Home » » 1 Mayis 2009 CumaBric Gecesi

1 Mayis 2009 CumaBric Gecesi

KESTANE KEBAB YEMESi SEVAP...!

   

O gece Briç toplantımıza canım sıkılarak gittim aslında. önce hikayemi dinleyin, sonra bana hak verin, neden böyle dediğimi de bilginize arzedeyim.

Yahu bu memlekette işini bilen bir tek berber yok. Bugüne kadar, Avustralya'nın berberlerinden çektiğimi bir ben bilirim. (bu konuda anılarımı topluyorum, 400 berber'e saçımı kestirdikten sonra bir kitap yazacağım).

Avustralya'nın kültürel geleneğinde koyun kırpma önemli bir yer tuttuğu için olsa gerek, berberlik mesleğini de, elektrikli kıl kesme aletinin insanlar üzerindeki uygulaması olarak gorüyorlar. Hangi berbere gittiysem, koltuga güzelce kurulup, derdimi bir güzel anlatmaya kalkarımki, saniyesinde laf ağzıma tıkanır. Hemen anında, ben diyeyim iki, siz deyin üç numaraya ayarlanmış kırpma makinası tepemde vızıldamaya başlar.
Yahu, durun... N'oluyor... Daha söyleyeceğim bitmedi, halbuki ben saçımın kenarlarda makasla hafif şekilde düzeltilmesi... şey... yani... Pardon, hoop... Birader... [..] Yook kardeşim..! Boşuna nefes tüketme, kim seni dinliyor ki... Anlatmaya çalıştığının bir değeri mi var sanıyorsun... Adam sağ kenarı çoktan söktü attı bile...

Berber olacak adam almıs eline makinayı, bizim eski pamuk atıcılarını andıran bir kol gücüyle, sağa sola, tutam tutam kırpılmış saçlarımı savurup durmakta... Ben kendime gelinceye kadar, iş işten çoktaaan geçmiş, adam enseme ayna tutmakta... Eh, Avustralya medeni bir yer, öyle bağırıp çağırıp, "Saçımın içine ettin ulan" falan diyemediğim için, kaderime küserim ve tıpış tıpış gidip paramı öderim, sonra da memnuniyet ifadelerini yüzüme takarak oradan tekrar görüşmek dileğiyle ayrılırım. Hatta giderken, içimden "meee" demek de gelir, velhasıl, kendimi koyunlaştırılmışlardan biri gibi hissederim.

Bir dolu berber değiştirdim böyle... Yok o mahalledeki, yok bu semtteki, yok o köşedeki derken, hiçbiri işe yaramadı... Bende eğri kafa mı vardır nedir.. Bir türlü, berbere gidip de bir önceki rezalet kesimin onarılmasını istemem mümkün olmadı. Her yeni kesim, kendi sorunlarini yaratti.

Bence Avustralya derhal eli makas tutan berberlerimizi Türkiye'den acilen göç ettirmelidir... Bu benim değil aynı zamanda burada yaşayan her Beyaz Türk'ün de [şimdi bu terim moda ya, ben de kullanayim dedim] arzusudur.

Eh na'palim, güzel Türkiye'mizin kiymetini bilmemiz için bir başka sebep size...
Ey Türkiye'dekiler..! Berberinize sahip çıkın ve de onu gözetip, kollayın...
Sonra çok yanarsınız, o giden berber bir daha geri gelmez,
O makasa dayalı berberlik sanatı öldü mü, geriye kalanlar koyun sürüsüne döner...
O makas tutma becerisi herkese nasip olmaz...
O makasa hükmeden elleri hor görme...
Elbet, onun da bir çektireni vardır...

işte böyle bir arayış içerisinde bir başka berber salonunun yolunu tuttum, bunu bana bir arkadaşım tavsiye etmişti, kendisi çok memnun kalmış. sen de memnun kalırsın demişti, hatta "çok da ucuz, sakız parasına tıraş ediyorlar" demişti...
Tavsiyesine uydum, kaybedecek neyimiz varki, bunu da deneriz dedim...
Atladım arabaya, sürdüm aynen o tarafa... Buldum adresi, girdim berber salonundan içeri...
Bir de baktımki içeride bir genç bayan var, bir de müşterisi, ikisi de Vietnam kökenli...
Başlarını salladılar, karşılıklı kıkırlaştılar, ben de 'Hi' dedim bir kenara iliştim.
Etrafta dergi falan bulmaya çalıştım, fakat bulsam da farketmeyecektiki...
çünkü etraftaki her dergi Vietnam alfabeliydi,
sonra birden farkettim, yok aslında fark etmedim.. Onlar farkettirdi..
Konuştukları dil de Vietnam diliydi...
Konuşmalarına kulak kabartayim dedim, anlamasam bile oyalanır vakit geçiririm dedim,
Fakat böyle yapmakla büyük hata etmiştim... Cümlelerinin nerde başlayip nerde bittiğine karar veremedim,
Başımı başka yerlere çevirdim, dışarıyı seyretmeye koyuldum, dışarıdan gürültü falan duyulmuyordu,
içerisini ise ağdali bir "gaannn gunnn gaynnn, kuvannn kiyyy" sesleri kaplıyordu,
Bu her 10 sanisede bir tekrarlanıyordu,
galiba Vietnam dilinde kelimeler arası bir boşluk ya da "Pause" bulunmuyordu ve her konuşma bitmeden yeni baştan başlıyordu...

Ben artık sıramın nezaman geleceğini beklemekle değil, yükselen tansiyonumun kaç attığını belirlemekle meşguldum, hatta bir de şarkı tutturmuştum, muziği iyi idi, güftesi ise "gaannn gunnn huvaaa"dan iberetti... Böyle böyle 10 yada 15 dakika geçmişti.. Sonra berber hanım kızımız sıranın bende olduğunu söyledi, ingilizce olarak Avrupalı mıyım diye sordu... Ben de Türk'üm dedim, Avrupalılığı es geçtim, sonra o bana sordu nasıl kesim istiyorum diye, ben de hayretle tarif etmeye çalıştım; kenarları hafifçe makasla düzeltiversin diye, hanım kız karşılık verdi, 2 numara mı olsun 3 mü olsun dedi, ben de numarayı bırak makas at dedim ama galiba hanım kız zaten üç numarada karar kılmıştı bile, kırpma makinasını hazırladı... Hafifçe okşar gibi saçlarımı kırptıkça kırptı, saçlar bir oraya düştü, bir de buraya, sonra başladı hayat hikayesini anlatmaya.

Ingilizce konuşmaya çalışıyordu, kelimelerinin arasında boşluklar bırakıyordu, iki sene önce Avustralya'ya gelmişti, dükkanin sahibi olduğu için sadece sakız parasına berberlik yapmakta sakınca görmüyordu, sonra da ilave etti, babasi askerdi, ama o eskidendi, şimdi ise kendisi askerliğe hevesliydi, hatta asker de olabilirdi, hatta asker uniforması gördüğünde kanı bir başka akıyordu, ifade etmesi zordu ama her zaman çocukluk yaşindan itibaren bu hep böyle olmuştu, askere karşı koyamıyordu, uniforma gördüğünde bacaklarının bağı kesiliyordu, belki birgün asker de olabilirdi, askerliğin zorlukları onun için hiç de önemli değildi, bir tek uniforması olsun, o da yeterdi, ben de dedim bir zamanlar askerlik yaptım, ama neden bunu dedim sebebini fazla dert etmedim, o da bana, sizi görür görmez asker gibi bir haliniz olduğunu anlamıştım zaten dedi galiba ben o anda yeniden tansiyonumu ölçmeye yeltelenmiştim, o saçımı kırptıkça kırpıyordu, askerliğimi ögrendikten sonra sevabına bir iki de makas atıyordu, ama bunlar pek işe yaramadı, kendime geldiğimde gördümki, sol tarafim fazla kesilmiş, tersine sağ tarafım dikenli bitkiye benzemişti. Ayıp olmasın dedim, şuradan şöyle bir parça daha kırpar mısın dedim, ben dedikçe, saçımın şekli daha bir bozuldu, kısaldıkça kısaldı, belli ki, hanım kızımız hayalindeki uniformanın hakkını vermeye çalışıyordu...

Benim saç gittikçe bir zavallı çavuşun traşına benzemeye başladı, hanım kızımız unifoırma tutkusuna devam ettikçe ben kendimi kaderime terkettim, içimden şarkılar söylemeye başladım, şarkının müziği iyiydi ama güftesi "gaannn-gunnn-gaynnn-kuvannn-kiyyy" dan ibaretti, arada sirada aynadaki görüntüm ile dalga geçiyordum, battı balık yan gider deyip işi olacagına bıraktım, böyle böyle onbeş dakika geçti, sıra enseme ayna tutulmasına geldi O an bir enseme baktım, bir de alın kısmıma, ertesi gün yapacağım müşteri toplantılarını düşündüm, kaybedecegim kontratların hesabını tuttum, aynaya baktıkça baktım, oracıkta donakaldım, ama beni evde bekleyenler vardı, gecikmenin alemi yok dedim sakız parasını da ödeyip hanım kıza 'Bye' dedim. Dışarı çıktığımda bana o berber salonunu tavsiye eden arkadaşı da sevgiyle yad ettim..

Arabama atladım, aynaya bakarak 'Mee' dedim, hızla sürüp oradan uzaklaştım, tekrar tekrar Mee'liye Mee'liye günlerimi geçirdim...

ışte bir başka CumaBriç akşamına da böylesine yoğun can sıkıntıları içinde varmış oldum.

Faruk mangalı çoktan yakmıştı, yeni seri kestaneler de masada duruyordu, konsolos beyimiz hal hatır soruyordu, benim arkamdan, birer dakika arayla herkes Farukgiller konağına vardı, masanın etrafında yerlerini aldı, Televizyon ekranında Türkiye'de Taksim 1 Mayıs gösterileri yayınlanıyordu, günler öncesinden başlayarak, yine karşılıklı tehditler havada ucuşmuştu, fakat galiba, taraflar sonunda makul bir çözüm için makul bir çabada buluşmuştu. Kendini bilmezler de vardı, ortalığa zarar vermek için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı, cam çerceve indirip, devlete zarar verdiğini sanıyordu, aslında bunu yapmakla medeni biri olmaktan ne kadar uzak olduğunu sergiliyordu, ilkelliğin daniskasıydı yaptığı. Makul karşılanacak hiçbir özürü yoktu. Yıllar ve yıllar Taksim meydanı 1 Mayıs'larda işçinin dayak yeme bayramıydı, işçilerin dayak yemek için birbirleriyle yarışır şekilde Taksim'e koşuşmasını anlamak da zordu, neden bunun bir başka yolu olmazdı, iste bu konuları ayak üstü konuştuk, Yeni bakanların atanmasına şöyle bir değindik, Saadet Partisi'ne giden oyları geri toplamak için Başbakan'in yeni bakanları özenle seçtiğini gördük, Arınç'ı geri getirmekte sakınca görmemişti, Milli Görüş'e eyvallah çekmişti... Görünen odurki gelecek günler daha yoğun bir ağız dalaşına gebedir, bütün bunları yaşayan görecektir... Biz, hayirlisi olsun dedik, kağıtları çekmek için de içeri geçtik.

Celal Türkiye'den döndü, iki ay kadar orada kamıştı, ortağı ile birlikte oyunlara hızlı başladı. Topladıkları puanlarla ne kadar dişli bir rakip olduğunu ispatladı. Gercekten de dişleri iyi yapılmıştı, şimdi hepsi, inci gibi sıra sıraydı, arasıra yerlerinden çıksalar da kolayca tekrar takılabiliyorlardı, "Made in Turkey" damgalıydı. Tonguç için bu çok enteresandı, Celal izin verse, hemen dişleri kendinde takıp denemeke bir mahsur görmeyecekti.

Celal Türkiye'nin durumunu iyi görmediğini anlattı, Konya'da hiç başörtüsüz kadın kalmamıştı, hatta bazı içki servisi yapan restoranlara bile girememişlerdi, çünkü yanlarında bayan yoktu, erkek erkeğe içmek müessesenin anlayışına aykırıydı, Haklı olabilirler dedik, hırgür çıkaran olmuştur dedik, adam gibi içmesini bilmeyenler bu tür kısıtlamalara sebep olmuşlardır dedik, ama neresinden bakarsan bak, Türkiye'nin muhafazakar yaşam tarzı artık her köşede kendini hissettirir oldu dedik, bu da AKP'nin her seçim bölgesinde %30'dan aşağı oy almamasına bir açıklama getiriyor dedik. Fakat, işin kötüsü ülkede işsizlik giderek artıyordu, Türkiye'de istatistik çıkarmanın hemen hemen mümkünatının olmadığı bilinmesine rağmen, istatistiki rakamlara göre %20'yi zorlayan bir işsizlik oranından bahsediliyordu.

Türkiye'de başa kim geçse işi zor dedik. şu ankı durumda, CHP'nin sorunlara alternatif çözümler sunan bir parti olmayıp, tersine devamlı karşı muhalefet ile herşeye karşı bir tutum takınan parti görüntüsü verdiğine dair fikir birliğine vardık. Kiliçdaroğlu, işini biliyordu, koltuğunun altına dosyasını alıp, yolsuzlukların peşine düşüyordu, bu ona puan kazandırmıştı, aynı şeyi neden CHP'nin lider kadrosu yapamıyordu, neden AKP'nin gösterdigi örgütlenmeyi, CHP gösteremiyordu... Vatan gazetesinde Necati Doğru'nun yazdığı şekilde, neden CHP 38 şehirde 20 yıldır her seçimde en fazla %2, %3 oydan fazlasını toplayamıyordu. Atatürk'ün kurduğu parti, iktidar olmayı arzulayan bir parti, kendi ülkesinde nasıl olup da 38 şehirde hiç tanınmıyordu.

Neden aynı şehirlerde AKP oyları bunun kat kat fazlasıydı.? Butun bunların araştırmasını yapmak kime vazifeydi... Neden CHP, Deniz Feneri gibi bir hassas konuyu gündemde tutup, bunun sorgulanmasını başaramıyordu, CHP'nin şuanki zayıf politikaları ile bir hükümet olmaya aday parti durumundan çok uzakta durması AKP'yi devamlı hükümette tutuyordu.

29 Mart seçimleri gösterdiki Türkiye üç ayrı kutuplaşmanın içindedir:
a) Modern yaşamı kendileri için hayat tarzı olarak seçen, gelecekten kaygı duyan ve AKP karşıtı insanların çoğunlukta olduğu kıyı şeridindeki illerin oluşturduğu grup

b) AKP'nin savunduğu muhafazakar ve dindar yaşam tarzını kabullenen insanların yaşadığı, tutucu ve dindar Anadolu illerinin oluşturduğu grup

c) Kürt kökenli vatandaşların yaşadığı Güneydoğu Anadolu illerinin oluşturduğu grup

Bu üç kutuplaşma, kendileri için bir ortak yaşam alanı yaratamıyorlar. Devamlı birbirleri ile kavgalı, sürtüşmeli bir haldeler. Bu kavga da yolların ayrilmasını hızlandırıyor, derinleştiriyor.

Buna dikkat etmek gerekir. Halk ekonomik olarak çöktükçe (ki Celal bu ekonomik çöküntünün varlığına gözleri ile şahit olmuş) muhafazakarlık, cemaate sığınma isteği ve zaruriyeti AKP'nin güçlenmesini de beraberinde getiriyor. Peki bu muhafazakar kütle, alternatif politikalar üreten bir parti ortaya çıktığında rotasını değiştirebilir mi..? Bu sorunun cevabı zor, ama geçmişteki örneklerine bakılırsa, Türkiye'de seçmen, devamlı büyük kaymalar göştermiştir. Kendisine bir çıkış yolu gösteren her partiyi desteklemiş seçmen. Fakat kanaatimizce, bugünun politikaları ve ekonomik koşulları dünkünden çok farklı. Bugün gelinen yer, muhafazakar tarafın modern tarafı devre dışı bıraktığı bir nokta. Yeni bakan atamaları ile muhafazakar görüntü daha bir yoğunluk kazandı. Artık AKP kendi gündemini rahatlıkla yaratan bir parti haline geldi. CHP bu yaratılan gündem içinde oradan oraya savruluyor, yaptığı muhalefet etkisiz. Ordu eli koğlu bağlı kendini savunma derdinde. Darbeci asker-sivil dayanışma demir parmaklıklar arkasında. Hükümete yakın durmayan medya ise açık bir baskı altında. Nereye kadar dayanabilir kestirmek zor. Artık açık açık, hangi yazarın, hangi gazeteden atılmasının planlandığı günlük sohbetlerin konusunu oluşturmaya başladı. Yani muhafazakar cemaatin politik ve sosyal baskıları heryerde kendini hissettirmeye başladı. Bir küçük örneği, Saad Partisi, Hocaları Erbakan'ın Iran'a yaptığı gezinin kendi parti politikaları ile hiçbir ilgisi olmadığini, Erbakan'in bu geziyi kendi şahsi görüşleri çerçevesinde gerçekleştirdiğini ve partilerini hiç bir şekilde bağlamadığını açıkladı... Bu geziye ilişkin olarak hükümetten herhangi bir karşı duruş yapılmadı... Hani nerede, CHP'nin muhalefeti bu konuyu sorgulamak icin..? Bunu beklemek boşuna bir hayalden iberetti...

Bu konuları tartıştık tartışmasina da, Briç oyununda da ilginç olaylara sahne olduk... Ben 5 sinek oynayıp da çıkacak oyunu nasıl bir batırdım onun derdine düştüm. Günlük dertlerim yetmiyor bir de CumaBriç sindromu (Syndrome) denen hastalığına yakalanmaya başladım. Aksi gibi ilacı da yok bu hastalığın. kendi kendini yiyorsun. Günlerce sürüyor bu, eliden fazla birşey gelmiyor... Eline puan gelmez kaybedersin, yeterince gelmezse ya batarsın ya da çıkarsın, fakaat puan gelirde çıkamazsan bulaşıkları yıkamaya aday olursun. Gerçi puan gelmese bile, puan varmış ayağına yatarsan ortağının hışmına uğramak boynunun borcu olur, bundan da kaçamazsın. Ekrem arkadaşımızın kulakları çınlasın, ben söylediği ilk kozuna kontur savurdukça, o kozunu daha da bir yükseltti, ben kontura devam ettikçe o elini 3 sanzatuya sıçrattı Tabii boyunun da ölçüsünü aldı, ortağı Halim oracıkta dona kaldı, gözleri yaşarmıştı, gözlüğüne sarıldı, kağıtların arasında oynayabilmek için el alır bir kağıt bulmaya başladı, ama işte mucizeler bu noktada olmaları gerekirken olmuyorlardı, bizdeki puanlarla iki batmaktan kurtulamıyorlardı, Ekrem, Halim'in 'please explain" ricasına laf yetiştirmeye çalışıyordu ama ne yapsa etse, açıklamaları yetersiz kalıyordu... Belki de Ekrem, Halim ile oynuyor olmanın dayanılmaz rahatlığına kendini kaptırmişti da bunu fark edemiyordu... şimdi artık kolları sıvamanın zamanıdır deyip bulaşıklara koyuldu, sonra anladıki, erken bir kahramanlik yapmış oldu, çünkü sonra biz kuvvetli rakiplere karşı, hiç puan gelmezleri oynadık ve Ibrahim ile birlikte paslayaaa paslayaaa bulaşık yıkama sahasının içine kadar yayıldık. Ibrahim bardaklari ortaladı ben de köpüklerini çalkalamakla işin sonucunu getirdim. Ekrem "iyi gene sonuncu olmaktan kurtulduk" dedi ve sevindi, ama zaten gecelik dersini bellemişti. Sonra oturduk diğer oyunları seyrettik, Turgut ve Tonguç beylere gıpta ettik, Daha önce de söylediğimiz gibi. Tonguç'da mıknatıslık durumu vardı ve puanları toplamada üstüne toz kondurmazdı, en olmazsa bile elinden 20 puan çıkarırdı, bu gecede de aynen böyle olmuştu, gecenin yıldızı Tonguç'du.

Ibrahim Kore'lilerin insanlığa yaptığı katkıdan bahsetti, Bel ağrılarına iyi gelen bir yatağın masaj yapma kabiliyetini ballandira balladira anlattı. Biz dedikki, o aslında Korelilerin şu kriz doneminde işsizliğe çare bulmak için keşfettikleri bir yöntemdir.. Yatağın içi iki uç tane Korelinin mekanıdır... Onlar içerde saklanıp kıvrandıkça yatağa sırtını dayamış olan kışı bu kıvranmaları kas masajı sanır... Aynı teknolojiyi Türkiyenin de üretmesi durumunda krizin teğet geçmemesi için herhangi bir neden kalmayacaktır.

O gece daha bir dolu başka iddialarimız da vardı, ama hangi birini buraya sığdırmak gerekiyordu, orası da ayri bir muammaydı...

Abdullah Çatlı'nın üzerine odunla vurularak öldürülmesi hikayesi de koca bir yalan dedik, Orduyu küçük düşürmenin bir başka denemesi olmaktan öteye gidemiyor dedik, Serdar Turgut'un yazılarındaki dogrulugun ve kalitenin takdire şayan olduğunu belirttik, Evvelden böyle performans göstermemişti, şimdi yazı işleri müdürü oldu, o zamandan beri de beyni başka türlü çalışmaya başladı dedik, o arada kestaneler de pişmişti onları da afiyetle oturduk yedik, hatta gece bütün hızıyla devam ederken bu hıza yeni bir ivme katalım dedik, şarabın yanında kavun ve rakı demlendik, şerefinize deyip kadeh kaldırdık, haftaya aynı kadehleri balıkla birlikte tokuşturmanın ayrı bir zevk olacağına kanaat getirdik, söz mü söz... deyip yemin ettik, hangi balığın yeneceği konusunda anlaşamayıp hiziplere ayrıldık, biri dedi torik olsun diğeri dedi Salmon olsun, yok bu arada lüfer ve baramandi de hatırı sayılır seçenekler içine girmişti, sonuçta neye karar vermiştik, pek belli değildi. Ben dedimki, hele bir o gün gelsin kendime göre takılırım, gider beğendiğim balıkları alırım, belki ızgara olur, belki buğulama, ama sonuçta hepimiz ereriz muradımıza... Dediğim, aynen öyle kabul edildi, Celal kırmızı soğanlı çoban salatası getirecekti, yanında dedim bol dereotlu ve capers'li (bunun türkcesi neydi yahu..) yoğurt meze de benden olacaktı

işte böyle böyle ağzımızın suyu aktı, ama o kavunların da tadı bir başkaydı, biz yedik içtik, bulaşığı ellerine sağlik Ekrem'e havale ettik, o hem ağladı hem de yıkadı, sonra puanlar yeniden hesaplanınca, artanını bize kakaladı, ben de Ibrahim ile oturup bir iki parçayı yıkadık, üstüne bir de sigara yaktık, gecenin de ayazı çıkmıştı... Buddy içeriden yalvarır seslerle, bize havlıyordu, karşilıklı göz göze geldik, birbirimize iç geçirdik, kader utansın deyip gecenin karanlığında evlerimize gitmek üzere Farukgiller konağını terk ettik.

CumaBriç Editörü


GECEDEN 'ENSTANTENELER'


Kendim ettim, kendim buldum... Gul gibi sarardim soldum... Eeeyvaahhh..
 














Haydi Halim, bastir...
Yeterli puan yok, ama olsun...  Muhtac oldugun kudret, damarlarindaki asil kanda mevcuttur
 


















Sayın konsolosumuzun cabaları bir batmasını engelleyemedi



















Arkadaşlar...!
Hat-tı kestane yoktur...!
Sath-ı kestane vardır...
O satıh, bütün Izgaradır..!




















Elhamdulillah hepimiz müslümanız...
















1 Mayıısss... 1 Mayıısss..
işçinin emekçinin bayramıııı...
















Ula, bu puan deguldur da nedur..?

















Ekrem'in bakmaktan huzur bulduğu tablo...
















işçilerimizle omuz omuza...
















mezarımı taştan oyun...
Içine de rakı koyun...
















Anlat Tonguç anlat...
Heyecanlı oluyo....














Buddy, güzellik uykusuna yatmak üzere

  

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.