O
gece Briç toplantımıza canım sıkılarak gittim aslında. önce hikayemi
dinleyin, sonra bana hak verin, neden böyle dediğimi de bilginize
arzedeyim.
Yahu bu memlekette işini bilen bir tek berber yok. Bugüne kadar, Avustralya'nın berberlerinden çektiğimi bir ben bilirim.
(bu konuda anılarımı topluyorum, 400 berber'e saçımı kestirdikten sonra bir kitap yazacağım).
Avustralya'nın kültürel geleneğinde koyun kırpma önemli bir yer tuttuğu
için olsa gerek, berberlik mesleğini de, elektrikli kıl kesme aletinin
insanlar üzerindeki uygulaması olarak gorüyorlar. Hangi berbere
gittiysem, koltuga güzelce kurulup, derdimi bir güzel anlatmaya
kalkarımki, saniyesinde laf ağzıma tıkanır. Hemen anında, ben diyeyim
iki, siz deyin üç numaraya ayarlanmış kırpma makinası tepemde
vızıldamaya başlar.
Yahu, durun... N'oluyor... Daha söyleyeceğim bitmedi, halbuki
ben saçımın kenarlarda makasla hafif şekilde düzeltilmesi... şey...
yani...
Pardon, hoop... Birader... [..] Yook kardeşim..! Boşuna nefes
tüketme, kim seni dinliyor ki... Anlatmaya çalıştığının bir değeri mi
var sanıyorsun... Adam sağ
kenarı çoktan söktü attı bile...
Berber olacak adam almıs eline
makinayı, bizim eski pamuk atıcılarını andıran bir kol gücüyle, sağa
sola, tutam tutam kırpılmış saçlarımı savurup durmakta...
Ben kendime gelinceye kadar, iş işten çoktaaan geçmiş, adam enseme ayna
tutmakta... Eh, Avustralya medeni bir yer, öyle bağırıp
çağırıp, "Saçımın içine ettin ulan" falan diyemediğim için, kaderime
küserim ve tıpış tıpış gidip paramı öderim, sonra da memnuniyet
ifadelerini yüzüme
takarak oradan tekrar görüşmek dileğiyle ayrılırım. Hatta giderken,
içimden "meee" demek de gelir, velhasıl, kendimi koyunlaştırılmışlardan
biri gibi hissederim.
Bir dolu berber değiştirdim böyle... Yok o mahalledeki, yok bu semtteki,
yok o köşedeki derken, hiçbiri işe yaramadı... Bende eğri kafa mı
vardır nedir..
Bir türlü, berbere gidip de bir önceki rezalet kesimin onarılmasını
istemem mümkün olmadı. Her yeni kesim, kendi sorunlarini yaratti.
Bence Avustralya derhal eli makas tutan berberlerimizi Türkiye'den
acilen göç ettirmelidir... Bu benim değil aynı zamanda burada yaşayan
her
Beyaz Türk'ün de [şimdi bu terim moda ya, ben de kullanayim dedim]
arzusudur.
Eh na'palim, güzel Türkiye'mizin kiymetini bilmemiz için bir başka sebep size...
Ey Türkiye'dekiler..! Berberinize sahip çıkın ve de onu gözetip, kollayın...
Sonra çok yanarsınız, o giden berber bir daha geri gelmez,
O makasa dayalı berberlik sanatı öldü mü, geriye kalanlar koyun sürüsüne döner...
O makas tutma becerisi herkese nasip olmaz...
O makasa hükmeden elleri hor görme...
Elbet, onun da bir çektireni vardır...
işte böyle bir arayış içerisinde bir başka berber salonunun yolunu
tuttum, bunu bana bir arkadaşım tavsiye etmişti, kendisi çok memnun
kalmış.
sen de memnun kalırsın demişti, hatta "çok da ucuz, sakız parasına tıraş
ediyorlar" demişti...
Tavsiyesine uydum, kaybedecek neyimiz varki, bunu da deneriz dedim...
Atladım arabaya, sürdüm aynen o tarafa... Buldum adresi, girdim berber salonundan içeri...
Bir de baktımki içeride bir genç bayan var, bir de müşterisi, ikisi de Vietnam kökenli...
Başlarını salladılar, karşılıklı kıkırlaştılar, ben de 'Hi' dedim bir kenara iliştim.
Etrafta dergi falan bulmaya çalıştım, fakat bulsam da farketmeyecektiki...
çünkü etraftaki her dergi Vietnam alfabeliydi,
sonra birden farkettim, yok aslında fark etmedim.. Onlar farkettirdi..
Konuştukları dil de Vietnam diliydi...
Konuşmalarına kulak kabartayim dedim, anlamasam bile oyalanır vakit geçiririm dedim,
Fakat böyle yapmakla büyük hata etmiştim... Cümlelerinin nerde başlayip nerde bittiğine karar veremedim,
Başımı başka yerlere çevirdim, dışarıyı seyretmeye koyuldum, dışarıdan gürültü falan duyulmuyordu,
içerisini ise ağdali bir "gaannn gunnn gaynnn, kuvannn kiyyy" sesleri kaplıyordu,
Bu her 10 sanisede bir tekrarlanıyordu,
galiba Vietnam dilinde kelimeler arası bir boşluk ya da "Pause" bulunmuyordu ve her konuşma bitmeden yeni baştan başlıyordu...
Ben artık sıramın nezaman geleceğini beklemekle değil, yükselen
tansiyonumun kaç attığını belirlemekle
meşguldum, hatta bir de şarkı tutturmuştum, muziği iyi idi, güftesi ise
"gaannn gunnn huvaaa"dan iberetti... Böyle böyle 10 yada 15 dakika
geçmişti..
Sonra berber hanım kızımız sıranın bende olduğunu söyledi, ingilizce
olarak Avrupalı mıyım diye sordu... Ben de Türk'üm dedim, Avrupalılığı
es geçtim,
sonra o bana sordu nasıl kesim istiyorum diye, ben de hayretle tarif
etmeye çalıştım; kenarları hafifçe makasla düzeltiversin diye, hanım
kız karşılık verdi,
2 numara mı olsun 3 mü olsun dedi, ben de numarayı bırak makas at dedim
ama galiba hanım kız zaten üç numarada karar kılmıştı bile, kırpma
makinasını hazırladı...
Hafifçe okşar gibi saçlarımı kırptıkça kırptı, saçlar bir oraya düştü,
bir de buraya, sonra başladı hayat hikayesini anlatmaya.
Ingilizce konuşmaya çalışıyordu,
kelimelerinin arasında boşluklar bırakıyordu, iki sene önce
Avustralya'ya gelmişti, dükkanin sahibi olduğu için sadece
sakız parasına berberlik yapmakta sakınca görmüyordu, sonra da ilave
etti, babasi askerdi, ama o eskidendi, şimdi ise kendisi askerliğe
hevesliydi, hatta asker de
olabilirdi, hatta asker uniforması gördüğünde kanı bir başka akıyordu,
ifade etmesi zordu ama her zaman çocukluk yaşindan itibaren bu hep böyle
olmuştu, askere karşı koyamıyordu, uniforma gördüğünde bacaklarının bağı
kesiliyordu, belki birgün asker de olabilirdi, askerliğin zorlukları
onun için hiç de önemli değildi, bir tek uniforması olsun, o da
yeterdi, ben de dedim bir zamanlar askerlik yaptım, ama neden bunu dedim
sebebini fazla dert etmedim, o da bana, sizi görür görmez asker gibi
bir haliniz olduğunu anlamıştım zaten dedi
galiba ben o anda yeniden tansiyonumu ölçmeye yeltelenmiştim, o saçımı
kırptıkça kırpıyordu, askerliğimi ögrendikten sonra sevabına bir iki de
makas atıyordu,
ama bunlar pek işe yaramadı, kendime geldiğimde gördümki, sol tarafim
fazla kesilmiş, tersine sağ tarafım dikenli bitkiye benzemişti. Ayıp
olmasın dedim, şuradan şöyle
bir parça daha kırpar mısın dedim, ben dedikçe, saçımın şekli daha bir
bozuldu, kısaldıkça kısaldı, belli ki, hanım kızımız hayalindeki
uniformanın hakkını vermeye çalışıyordu...
Benim saç gittikçe bir zavallı çavuşun traşına benzemeye başladı, hanım
kızımız unifoırma
tutkusuna devam ettikçe ben kendimi kaderime terkettim, içimden şarkılar
söylemeye başladım, şarkının müziği iyiydi ama güftesi
"gaannn-gunnn-gaynnn-kuvannn-kiyyy" dan ibaretti, arada sirada
aynadaki görüntüm ile
dalga geçiyordum, battı balık yan gider deyip işi olacagına bıraktım,
böyle böyle onbeş dakika geçti, sıra enseme ayna tutulmasına geldi
O an bir enseme baktım, bir de alın kısmıma, ertesi gün yapacağım
müşteri toplantılarını düşündüm, kaybedecegim kontratların hesabını
tuttum,
aynaya baktıkça baktım, oracıkta donakaldım, ama beni evde bekleyenler
vardı, gecikmenin alemi yok dedim
sakız parasını da ödeyip hanım kıza 'Bye' dedim. Dışarı çıktığımda bana o
berber salonunu tavsiye eden arkadaşı da sevgiyle yad ettim..
Arabama atladım, aynaya bakarak 'Mee' dedim, hızla sürüp oradan
uzaklaştım, tekrar tekrar Mee'liye Mee'liye günlerimi geçirdim...
ışte bir başka CumaBriç akşamına da böylesine yoğun can sıkıntıları içinde varmış oldum.
Faruk mangalı çoktan yakmıştı, yeni seri kestaneler de masada duruyordu,
konsolos beyimiz hal hatır soruyordu, benim arkamdan, birer dakika
arayla herkes Farukgiller konağına vardı,
masanın etrafında yerlerini aldı, Televizyon ekranında Türkiye'de Taksim
1 Mayıs gösterileri yayınlanıyordu, günler öncesinden başlayarak,
yine karşılıklı tehditler havada ucuşmuştu, fakat galiba, taraflar
sonunda makul bir çözüm için makul bir çabada buluşmuştu. Kendini
bilmezler de
vardı, ortalığa zarar vermek için ellerinden geleni ardına
koymuyorlardı, cam çerceve indirip, devlete zarar verdiğini sanıyordu,
aslında bunu yapmakla
medeni biri olmaktan ne kadar uzak olduğunu sergiliyordu, ilkelliğin
daniskasıydı yaptığı. Makul karşılanacak hiçbir özürü yoktu. Yıllar ve
yıllar Taksim meydanı 1 Mayıs'larda işçinin
dayak yeme bayramıydı, işçilerin dayak yemek için birbirleriyle yarışır
şekilde Taksim'e koşuşmasını anlamak da zordu, neden bunun bir başka
yolu olmazdı,
iste bu konuları ayak üstü konuştuk, Yeni bakanların atanmasına şöyle
bir değindik, Saadet Partisi'ne giden oyları geri toplamak için
Başbakan'in yeni bakanları
özenle seçtiğini gördük, Arınç'ı geri getirmekte sakınca görmemişti,
Milli Görüş'e eyvallah çekmişti... Görünen odurki gelecek günler daha
yoğun bir
ağız dalaşına gebedir, bütün bunları yaşayan görecektir... Biz,
hayirlisi olsun dedik, kağıtları çekmek için de içeri geçtik.
Celal Türkiye'den döndü, iki ay kadar orada kamıştı, ortağı ile birlikte
oyunlara hızlı başladı. Topladıkları puanlarla ne kadar dişli bir rakip
olduğunu ispatladı.
Gercekten de dişleri iyi yapılmıştı, şimdi hepsi, inci gibi sıra
sıraydı, arasıra yerlerinden çıksalar da kolayca tekrar
takılabiliyorlardı, "Made in Turkey" damgalıydı. Tonguç için bu çok
enteresandı,
Celal izin verse, hemen dişleri kendinde takıp denemeke bir mahsur
görmeyecekti.
Celal Türkiye'nin durumunu iyi görmediğini anlattı, Konya'da hiç
başörtüsüz kadın kalmamıştı, hatta bazı içki servisi yapan
restoranlara bile girememişlerdi, çünkü yanlarında bayan yoktu, erkek
erkeğe içmek müessesenin anlayışına aykırıydı, Haklı olabilirler dedik,
hırgür çıkaran
olmuştur dedik, adam gibi içmesini bilmeyenler bu tür kısıtlamalara
sebep olmuşlardır dedik, ama neresinden bakarsan bak, Türkiye'nin
muhafazakar yaşam tarzı artık her
köşede kendini hissettirir oldu dedik, bu da AKP'nin her seçim
bölgesinde %30'dan aşağı oy almamasına bir açıklama getiriyor dedik.
Fakat, işin kötüsü ülkede işsizlik
giderek artıyordu, Türkiye'de istatistik çıkarmanın hemen hemen
mümkünatının olmadığı bilinmesine rağmen, istatistiki rakamlara göre
%20'yi zorlayan bir
işsizlik oranından bahsediliyordu.
Türkiye'de başa kim geçse işi zor dedik. şu ankı durumda, CHP'nin
sorunlara alternatif çözümler sunan bir parti olmayıp, tersine devamlı
karşı muhalefet ile
herşeye karşı bir tutum takınan parti görüntüsü verdiğine dair fikir
birliğine vardık. Kiliçdaroğlu, işini biliyordu, koltuğunun altına
dosyasını alıp, yolsuzlukların peşine
düşüyordu, bu ona puan kazandırmıştı, aynı şeyi neden CHP'nin lider
kadrosu yapamıyordu, neden AKP'nin gösterdigi örgütlenmeyi, CHP
gösteremiyordu...
Vatan gazetesinde Necati Doğru'nun yazdığı şekilde, neden CHP 38 şehirde 20 yıldır her seçimde en fazla %2, %3 oydan fazlasını toplayamıyordu.
Atatürk'ün kurduğu parti, iktidar olmayı arzulayan bir parti, kendi ülkesinde nasıl olup da 38 şehirde hiç tanınmıyordu.
Neden aynı şehirlerde AKP oyları bunun kat kat fazlasıydı.? Butun
bunların araştırmasını yapmak kime vazifeydi... Neden CHP, Deniz Feneri
gibi bir hassas konuyu gündemde tutup, bunun sorgulanmasını
başaramıyordu,
CHP'nin şuanki zayıf politikaları ile bir hükümet olmaya aday parti
durumundan çok uzakta durması AKP'yi devamlı hükümette tutuyordu.
29 Mart seçimleri gösterdiki Türkiye üç ayrı kutuplaşmanın içindedir:
a) Modern yaşamı kendileri için hayat tarzı olarak seçen, gelecekten kaygı duyan ve AKP karşıtı insanların çoğunlukta olduğu
kıyı şeridindeki illerin oluşturduğu grup
b) AKP'nin savunduğu muhafazakar ve dindar yaşam tarzını kabullenen
insanların yaşadığı, tutucu ve dindar Anadolu illerinin oluşturduğu grup
c) Kürt kökenli vatandaşların yaşadığı Güneydoğu Anadolu illerinin oluşturduğu grup
Bu üç kutuplaşma, kendileri için bir ortak yaşam alanı yaratamıyorlar.
Devamlı birbirleri ile kavgalı, sürtüşmeli bir haldeler. Bu kavga da
yolların ayrilmasını hızlandırıyor, derinleştiriyor.
Buna dikkat etmek gerekir. Halk ekonomik olarak çöktükçe (ki Celal bu
ekonomik çöküntünün varlığına gözleri ile şahit olmuş) muhafazakarlık,
cemaate sığınma
isteği ve zaruriyeti AKP'nin güçlenmesini de beraberinde getiriyor. Peki
bu muhafazakar kütle, alternatif politikalar üreten bir parti ortaya
çıktığında rotasını değiştirebilir mi..?
Bu sorunun cevabı zor, ama geçmişteki örneklerine bakılırsa, Türkiye'de
seçmen, devamlı büyük kaymalar göştermiştir. Kendisine bir çıkış yolu
gösteren her
partiyi desteklemiş seçmen. Fakat kanaatimizce, bugünun politikaları ve
ekonomik koşulları dünkünden çok farklı. Bugün gelinen yer, muhafazakar
tarafın
modern tarafı devre dışı bıraktığı bir nokta. Yeni bakan atamaları ile
muhafazakar görüntü daha bir yoğunluk kazandı. Artık AKP kendi gündemini
rahatlıkla
yaratan bir parti haline geldi. CHP bu yaratılan gündem içinde oradan
oraya savruluyor, yaptığı muhalefet etkisiz. Ordu eli koğlu bağlı
kendini savunma derdinde. Darbeci asker-sivil
dayanışma demir parmaklıklar arkasında. Hükümete yakın durmayan medya
ise açık bir baskı altında. Nereye kadar dayanabilir kestirmek zor.
Artık açık açık, hangi yazarın, hangi gazeteden atılmasının planlandığı
günlük sohbetlerin konusunu oluşturmaya başladı. Yani muhafazakar
cemaatin
politik ve sosyal baskıları heryerde kendini hissettirmeye başladı. Bir
küçük örneği, Saad Partisi, Hocaları Erbakan'ın Iran'a yaptığı gezinin
kendi parti
politikaları ile hiçbir ilgisi olmadığini, Erbakan'in bu geziyi kendi
şahsi görüşleri çerçevesinde gerçekleştirdiğini ve partilerini hiç bir
şekilde bağlamadığını
açıkladı... Bu geziye ilişkin olarak hükümetten herhangi bir karşı duruş
yapılmadı... Hani nerede, CHP'nin muhalefeti bu konuyu sorgulamak
icin..?
Bunu beklemek boşuna bir hayalden iberetti...
Bu konuları tartıştık tartışmasina da, Briç oyununda da ilginç olaylara
sahne olduk... Ben 5 sinek oynayıp da çıkacak oyunu nasıl bir batırdım
onun derdine düştüm.
Günlük dertlerim yetmiyor bir de CumaBriç sindromu (Syndrome) denen
hastalığına yakalanmaya başladım. Aksi gibi ilacı da yok bu hastalığın.
kendi kendini yiyorsun.
Günlerce sürüyor bu, eliden fazla birşey gelmiyor... Eline puan gelmez
kaybedersin, yeterince gelmezse ya batarsın ya da çıkarsın, fakaat puan
gelirde çıkamazsan
bulaşıkları yıkamaya aday olursun. Gerçi puan gelmese bile, puan varmış
ayağına yatarsan ortağının hışmına uğramak boynunun borcu olur, bundan
da kaçamazsın.
Ekrem arkadaşımızın kulakları çınlasın, ben söylediği ilk kozuna kontur
savurdukça, o kozunu daha da bir yükseltti, ben kontura devam ettikçe o
elini 3 sanzatuya sıçrattı
Tabii boyunun da ölçüsünü aldı, ortağı Halim oracıkta dona kaldı,
gözleri yaşarmıştı, gözlüğüne sarıldı, kağıtların arasında oynayabilmek
için el alır bir kağıt bulmaya başladı,
ama işte mucizeler bu noktada olmaları gerekirken olmuyorlardı, bizdeki
puanlarla iki batmaktan kurtulamıyorlardı, Ekrem, Halim'in 'please
explain" ricasına laf
yetiştirmeye çalışıyordu ama ne yapsa etse, açıklamaları yetersiz
kalıyordu... Belki de Ekrem, Halim ile oynuyor olmanın dayanılmaz
rahatlığına kendini
kaptırmişti da bunu fark edemiyordu... şimdi artık kolları sıvamanın
zamanıdır deyip bulaşıklara koyuldu, sonra anladıki, erken bir
kahramanlik yapmış oldu, çünkü sonra biz kuvvetli
rakiplere karşı, hiç puan gelmezleri oynadık ve Ibrahim ile birlikte
paslayaaa paslayaaa bulaşık yıkama sahasının içine kadar yayıldık.
Ibrahim bardaklari ortaladı
ben de köpüklerini çalkalamakla işin sonucunu getirdim. Ekrem "iyi gene
sonuncu olmaktan kurtulduk" dedi ve sevindi, ama zaten gecelik dersini
bellemişti.
Sonra oturduk diğer oyunları seyrettik, Turgut ve Tonguç beylere gıpta
ettik, Daha önce de söylediğimiz gibi. Tonguç'da mıknatıslık durumu
vardı ve
puanları toplamada üstüne toz kondurmazdı, en olmazsa bile elinden 20
puan çıkarırdı, bu gecede de aynen böyle olmuştu, gecenin yıldızı
Tonguç'du.
Ibrahim Kore'lilerin insanlığa yaptığı katkıdan bahsetti, Bel ağrılarına
iyi gelen bir yatağın masaj yapma kabiliyetini ballandira balladira
anlattı. Biz dedikki,
o aslında Korelilerin şu kriz doneminde işsizliğe çare bulmak için
keşfettikleri bir yöntemdir.. Yatağın içi iki uç tane Korelinin
mekanıdır... Onlar içerde saklanıp kıvrandıkça
yatağa sırtını dayamış olan kışı bu kıvranmaları kas masajı sanır...
Aynı teknolojiyi Türkiyenin de üretmesi durumunda krizin teğet geçmemesi
için
herhangi bir neden kalmayacaktır.
O gece daha bir dolu başka iddialarimız da vardı, ama hangi birini buraya sığdırmak gerekiyordu, orası da ayri bir muammaydı...
Abdullah Çatlı'nın üzerine odunla vurularak öldürülmesi hikayesi de koca
bir yalan dedik, Orduyu küçük düşürmenin bir başka denemesi olmaktan
öteye gidemiyor
dedik, Serdar Turgut'un yazılarındaki dogrulugun ve kalitenin takdire
şayan olduğunu belirttik, Evvelden böyle performans göstermemişti, şimdi
yazı işleri
müdürü oldu, o zamandan beri de beyni başka türlü çalışmaya başladı
dedik, o arada kestaneler de pişmişti onları da afiyetle oturduk yedik,
hatta gece bütün hızıyla devam ederken
bu hıza yeni bir ivme katalım dedik, şarabın yanında kavun ve rakı
demlendik, şerefinize deyip kadeh kaldırdık, haftaya aynı kadehleri
balıkla birlikte tokuşturmanın
ayrı bir zevk olacağına kanaat getirdik, söz mü söz... deyip yemin
ettik, hangi balığın yeneceği konusunda anlaşamayıp hiziplere ayrıldık,
biri dedi torik olsun
diğeri dedi Salmon olsun, yok bu arada lüfer ve baramandi de hatırı
sayılır seçenekler içine girmişti, sonuçta neye karar vermiştik, pek
belli değildi. Ben dedimki,
hele bir o gün gelsin kendime göre takılırım, gider beğendiğim balıkları
alırım, belki ızgara olur, belki buğulama, ama sonuçta hepimiz ereriz
muradımıza... Dediğim, aynen öyle
kabul edildi, Celal kırmızı soğanlı çoban salatası getirecekti, yanında
dedim bol dereotlu ve capers'li (bunun türkcesi neydi yahu..) yoğurt
meze de benden olacaktı
işte böyle böyle ağzımızın suyu aktı, ama o kavunların da tadı bir
başkaydı, biz yedik içtik, bulaşığı ellerine sağlik Ekrem'e havale
ettik, o hem ağladı hem de yıkadı,
sonra puanlar yeniden hesaplanınca, artanını bize kakaladı, ben de
Ibrahim ile oturup bir iki parçayı yıkadık, üstüne bir de sigara yaktık,
gecenin de ayazı çıkmıştı...
Buddy içeriden yalvarır seslerle, bize havlıyordu, karşilıklı göz göze
geldik, birbirimize iç geçirdik, kader utansın deyip gecenin
karanlığında evlerimize gitmek üzere
Farukgiller konağını terk ettik.
CumaBriç Editörü
GECEDEN 'ENSTANTENELER'
Kendim ettim, kendim buldum... Gul gibi sarardim soldum... Eeeyvaahhh..
Haydi Halim, bastir...
Yeterli puan yok, ama olsun... Muhtac oldugun kudret, damarlarindaki asil kanda mevcuttur
Sayın konsolosumuzun cabaları bir batmasını engelleyemedi
Arkadaşlar...!
Hat-tı kestane yoktur...!
Sath-ı kestane vardır...
O satıh, bütün Izgaradır..!
Elhamdulillah hepimiz müslümanız...
1 Mayıısss... 1 Mayıısss..
işçinin emekçinin bayramıııı...
Ula, bu puan deguldur da nedur..?
Ekrem'in bakmaktan huzur bulduğu tablo...
işçilerimizle omuz omuza...
mezarımı taştan oyun...
Içine de rakı koyun...
Anlat Tonguç anlat...
Heyecanlı oluyo....
Buddy, güzellik uykusuna yatmak üzere
|
0 comments:
Post a Comment