Home » » Türkiye, Dünya ve Kurulmakta Olan Yeni Dengeler

Türkiye, Dünya ve Kurulmakta Olan Yeni Dengeler

Son günlerde Mahir Kaynak'in, Türkiye ve dünyada oluşan ekonomik ve politik gelişmeleri konu alan değerlendirmelerini okuma firsatım oldu. Yaklaşık 20 ayrı makalesini okudum.

Bu yazılar çoğunlukla, dünyadaki ekonomik krizin yarattığı sonuçlar, dünyada oluşan yeni dengeler, Türkiye'nin AB ile olan ilişkileri, OrtoDoğu'da beliren yeni oluşumlar, yine Türkiye'de AKP ile başlayan geçiş döneminin yerleşik ekonomik dengelere yaptığı etkiler ve Ergenekon soruşturmaları gibi konular üzerine yazılmiş analizlerdi.

Mahir Kaynak boşa laf eden bir araştırmacı değil. Bunu yazılarında açık olarak görüyorsunuz. Gereksiz ayrıntılar üzerinde yoğunlaşmadan, doğrudan kuş bakişı yaparak olayların arkasında yatan 'Big Picture' i görmeyi amaçlıyor. Bu amaçla ortaya sürdüğü analizler kendine has, başka yazarların sütunlarında görmediğiniz türden. Analizlerini bir kenara atıp görmezden, duymazdan gelemezsiniz. Zaten kendisi eski bir MIT çalısanı olduğu için yaptığı analizleri profesyonel bir yaklaşımla ve titizlikle ortaya sürdüğüne inaniyorum.


Kısacası, yazılarından edindiğim bilgiler ile kendimin günlük koşuşma içinde cevabını bulamadığım birçok olay birden netleşmeye başladı. O zaman, kendi inanç ve dünya görüşümü de yeniden ele alıp, değerlendirmeye tabi tutmam kaçınılmaz oldu. Cünkü, neticede dünyamız buyük bir değişimin içinden geçmekte. Türkiye de bu değişimin içinde yer alıyor.

O halde, bu değişimler nelerdir ve Türkiye'nin bu değişmelerden etkilenmesi nasıl oluyor, bu değişiklikler, bizler gibi, sıradan insanların hayatını, geleceğini nasıl etkiliyor..? Bu soruların cevabını bulmak için Mahir Kaynak'ın yaptığı analizleri, yazdıklarına sadık kalarak başlıklar halinde sıralayayım dedim. Bu satırlarda hem onun yazılarından alıntıları hem de benim satır aralarına serpiştirdiğim kısa eklemeleri bulacaksınız. Amacım, Mahir Kaynak'ın doğru olduğuna inandığım analizlerini kısa özet başlıklar halinde bu satırlara aktarmak ve onun 20 makaleye yayılmış yorumlarını bir tek yazıya sığdırmaya çalışmak:

Dünyanın bugün yaşadığı ekonomik kriz, aslında, iyice güçlenen, kontrolden çikan küresel sermaye ile onu dizginlemeye çalışan ulus devletler arasındaki mücadeledir. Küresel sermaye etkisizleştirilmeye çalışılmakta ve inisiyatifi kaybetmeye başlayan devlet yapılarının tekrar eski gücüne kavuşmalarının sağlanması için ABD önderliğinde mücadele verilmektedir. G-29 toplantısında konuşulanlar devletin ekonominin her alanında kontrolü ele alacağını gösteriyor. Para hareketlerinde şeffaflığı öngören düzenlemeler gerçekte sermaye hareketlerinin devletin bilgi ve denetiminin altında yapılmasını öngörüyor. Yeni ekonomik düzen küresel sermayeye akan fonların azalmasına ve bunların devletlerin denetimine geçmesine yol açacaktır. Dünya üzerindeki sermaye hareketlerinde ABD’nin etkili olması ile sonuçlanacaktır.

ABD ile Küresel Sermayeyi birbirinden farkli hatta birbirlerine karşıt olarak görmekte fayda var. Krizin ABD’ devletinin kontrolü altinda olduğunu ve Küresel Sermeyenin etkisizlestirilmesini amaçladığını ve kurulacak yeni ekonomik düzenin önceden ayrıntılı bir biçimde hazırlandığını düşünmek saçma bir şey olmaz. ABD bugün yeniden iç pazara yönelik olarak temel malların üretimini (ithal etmeye karşı olarak) başlatmayı planlıyor. Bu hem işsizlik sorununa bir çözüm buluyor hem de devletin ekonomideki rolünü kuvvetlendiriyor.

Sunu görüyoruz ki, ulus devlet kavramı yeniden hayata geçirilmeye başladı. Artık ABD yönetimi petrole bağımlılığı ve sermaye akışını durdurmak için Amerikan otomobil endustrisine kriz süresinde yapacağı yardımı belli bazı şartlara bağlıyor. Bu şartlardan en önemlisi de yeni alternatif enerji ile çalışan araçlarin üretimine geçilmesini istemek. Devlet kendi kontrolünü bu şekilde dikte ettirebiliyor.

ABD ekonomik krizi çözerken büyük bir degisimi de gerçeklestirecek, üretmeden tüketen bir toplum olmaktan çikacak. Küresellesmenin sonucu olarak ucuz üretim üssü haline gelen Uzakdogu tecrit edilecek. Bu bölgenin tasarruflarını ABD finans piyasalarina aktarması bu kadar hızlı kalkınmasina ve dış ticaretinin artmasına neden olduğu göz önünde tutulursa, tasarruflarının ABD’ye akisini önleyecek ekonomik tedbirler bu bölgeyi kendi içine dönmeye zorlar ve kalkınma hizlari büyük ölçüde düser.

Türkiye'de ise ulus devlet kavramı üniter devlet bağlamında değil fakat ekonomik düzen içinde ele alınması gerekiyor. Ulusalcı bir ekonomi politika bugünün dünya şartlarinda ortaya çıkan bir gereklilik. Ve tabii bu değişim beraberinde ulusalcı bir burjuvazinin varlığını da öne çıkarıyor. Bugün Anadolu Kaplanları diye anılan birçok büyük firma uluslar arası düzeyde başarılar kazanmakta ve geleneksel büyük sermayenin karşısına bir tehdit olarak çıkmaktadır. Artık Türkiye'deki ekonomik dengeler Anadolu ağırlıklı olma yolunda. Bilinen bir gerçekki, AKP kendi muhafazakar burjuvazisini kuvvetlendirmek istemektedir. Daha önce AKP hükümetine destek veren büyük sermaye ve yönlendirdigi medya bugün ona karşı tavır almaktadir. Fakat bu karşı duruş Türkiye'nin çıkarları ile çakışmıyor. Yapılması gereken, Anadolu'dan gelen değisimi kabullenmek ve bu değisim içinde yeni güç dengeleri yaratabilmek. Unutmamalıdır ki, birlikten kuvvet doğar. Ekonomisi ulusal güçlere dayanmış bir Türkiye içinde bulunduğu bölgenin "Büyuk Agbisi" olma arzusunu da anlamlı kılar.

ABD, Avrupa Birliği'nin (AB) rakip olacak bir güç odağına dönüşmesini istiyor mu? Rusya ABD’nin gücünün AB ile dengelenmesine razi mi? Yoksa her ikisi de AB’nin etkisizleşmesi ve onun yerine bölgede etkin olan yeni bir gücün oluşmasını ve bu gücü kontrol etmeyi mi tercih ederler? Kriz ile birlikte Batı sermaye kuruluşlarına yatırdıkları petrol gelirlerinin eridiğini gören, sahip oldukları petrolün de bir gün tükeneceği gerçegini bilen ülkeler, yeni yatırımlar için gelişme potansiyeli yüksek bir ülke bulmak ister. Bu nasıl bir ülke olabilir..?

Bölgede, yetişmiş insan gücüne sahip, laiklik anlayışını yeniden tanımlamış, demokratik rejim ile yönetilen, etnik kimlikleri kabullenmiş ve özgürlüklerini artırmış, devletinin sahip olduğu kurumlar arasında birbirine düşmanlık değil fakat bir iş birliğinin ve uyumun, koordinenin hakim olduğu Türkiye düşünün. Işte bu Türkiye, güçlü duruşuyla, hem ABD'nin hem de bölge ülkelerinin kabul ettiği bir ülke konumuna gelir. Zaten uzunca bir süredir Türkiye'nin dünyaya bakışının değiştirilmeye ve onu bölgenin merkezi konumuna getirmeye çalışildığı görülmektedir. Bugünlerde lafi sıkça geçen Yeni Osmanlı deyimleri bu tur arayışların sonucu. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün kurumları ile, siyasi partileri ile, ordusu ile belli bir hedefe yönelmesi gerekiyor. Bu hedefe daha demokratik bir devlet yaratmakla, çok kültürlülüğü, farklı etnik grupların varlığını kabul etmekle, laiklik kavramını yeniden tanımlayarak topluma barış getirmekle, ulusal burjuvazinin muhafazakar da olsa güçlenmesine yardımcı olmakla, ekonomi alanında devletin planlayıcı ve yatırım alanlarını belirleyici rolünü üstlenmesini sağlamakla ulaşılır. Elbette bütün bunlar, iyi ve sistematik bir planlama gerektirir. Yoksa kuru kuruya bölgenin güçlü ülkesi olma iddiasina girişmek hiç bir anlam ifade etmez.

Önce bazi ilkeler üzerinde anlaşmamız gerekir: Bir düşüncenin nasil söylendiği değil içeriği önemlidir. Içeriğinin doğruluğu ya da yanlışlığı yaratacağı sonuçlarla anlaşılır. Ancak bu sözlerin anlamlı olması doğru ya da yanlışın nasıl ayırt edileceğinin bilinmesine bağlıdır. Bir düşünce ve buna dayanan eylemin doğruluğu tarihin seyrine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Yani geçmiste doğru saydığımız şeyler bugünün şartlarında yanlış olabilir. Geçmişte yapılanların bugünün şartlarında değerlendirilmesi ve yanlış olduğunun söylenmesi de anlamsızdır.

Cumhuriyetin kurulduğu dönemde bir ulus devlet yaratmak çağın gereğiydi ve bu bir tercihi değil bir mecburiyeti ifade ediyordu. Gerekenler yapıldı ve bunlar yaşanan çağın şartlarına uygundu.

Rejim canlı bir varlık gibidir. Zaman içinde değişir ve gelişir hatta ölebilir. Yani devletin görevi rejimi korumak değil rejimin rolü devleti etkin kılmaktır. Bu sürecin işlemesinin yolu rejim konusundaki tartışmaların önünü açmak ve bu konudaki aykırı düşünceleri, düşünce düzeyinde kaldığı sürece, doğal karşılamaktır. Mesela birisi demokrasinin yetersiz ve zararlı olduğunu savunabilmeli ve bir alternatif önerebilmelidir.

Herkes istediğini söylesin. Gücü yoksa başaramaz, gücü varsa engelleyemem. Ama hiç degilse söyle de ne yapmak istediğini bileyim. Yasaklar herkesin niyetini gizlemesine neden oluyor ve üstü örtülen gerçek konusunda herkes bir hikaye uyduruyor.

Bir taraf diğerini demokrasi karşıtı olmakla suçlarken diğeri dini temellerle dayalı bir rejim getirilmesinden söz etmekte ve bunu bir tehlike saymaktadir.

Böyle bir zihniyetle ülkenin yönetilmesi mümkün olamamakta ve sürekli kesintiye uğramaktadir. Taraflar birbirlerinin yanlis yaptigindan degil ülkeye zarar verdiginden sikayetçidir. Genelde itham zarar verme boyutunu aşiyor ve taraflar birbirini ihanetle suçluyor.

Yillar önce ABD’de Afrika kökenlilerin ayrı bir devlet kurmak istedikleri televizyonlarda serbestçe yayınlanabiliyordu. Vietnam savası sırasında evlerine SSCB ya da Kuzey Vietnam bayrağı asanlar vardi ve bunlar suç sayılmıyordu.

Dünyada yeni dengeler oluşmakta ve bu yeni dengeler oluşurken de günün gereklerine dönük gerçekçi politikalar yön verici olmak zorunda. Gerek dindarlik ve laiklik konusunda olsun, gerekse etnik grupların kabulu konusunda olsun, eğer bir sel geliyorsa suyu durdurmaya çalışmak boşuna bir zorlama olur. Onun akacağı kanalları açmak, gereken yerlerde barajlar ve setler yapmak gerekir.

ABD gerçekçi davranıyor. AB'nin güçlenmesini, Türkiye üzerinden OrtaDoğu'ya yayılmasını önlemek için Türkiye'ye bölgenin lideri olma görevini dayatıyor.

Türkiye bölgesel bir güç olmak yolunda ve zorundadır. Bu amaçla hem ideolojisini hem de ülkeyi yöneten kadroları bu amaca uygun olarak belirlemelidir. Bu belki de sevdiğimiz ve beğendiğimizden vazgeçmeyi, başkasını öne çıkarmayi gerektirebilir. Yani, ABD’nin yaptığı gibi şartlar gerektiriyorsa, bir Obama seçmeliyiz.

Siyasetteki değişikliklerin ve yeni yapılanmanın ideolojik kriterlere göre değil her siyasi hareketin dünyadaki yeni yapılanma içinde alacağı yere göre belirleneceği söylenebilir. Obama’nın Türkiye ziyareti ve verdigi mesajlar ülkemizin bu yeni yapılanmada önemli bir yeri olacağını göstermektedir. şu anda ülke içindeki siyasi mücadelede de önemli mesafe kaydedildi ve konumumuz aşağı yukari belli oldu.

Türkiye'nin bunu iyi değerlendirmesi durumunda oluşacak gücü ile müslüman ülkelerin politikalarini da belirlemeye başlar. Artik bölgede kendisinin onayı olmadan herhangi bir harekete kalkışılması mümkün olmaz.

Tabii bu amaci durdurmak için çesitli gruplar ya da onları yönlendiren devletler Türkiye'de terör yoluyla iç huzuru bozmaya, ülkede yapılacak demokrasi ve ekonomi hamlelerini engellemeye çalışacaklardır. Bu tür karşı çıkarların temsilcisi terör hareketlerini de doğru tespit etmek gerekir. 


Türker

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.