Hikaye su asagidaki levha hakkinda. Levhadaki arapca yazi "Boku Yedik" demekmis. Ben arapca bilmiyorum. E-postanin yalancisiyim. Bilen duzeltsin.Onun altindaki metini e-postada elime gectigi gibi aynen kopyaliyorum. Kaynak verilmemisti. Kaynagini bilen ya da yalan oldugunu bilen lutfen bir "comment" atsin.
Muhtemelen Necmeddin Okyay'a ait ebruyla
süslenen levhayı ilginç kılan ise “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan
ibare...
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermenilerden
Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya'ya göç edip
Berlin'de bir halı ve kilim mağazası açmıştı. Savaş başlayıncaya kadar işleri
yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan'a bırakmıştı
ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her gecen gün bir
öncekini aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943'un sonuna doğru
Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün
kalmadığı ortaya çıkmıştı. Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak
ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte'ye, Nisan başında ise
Viyana'ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan'da Berlin'i
kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler
ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydiler. Şehrin hemen her noktası
Rus işgali altındaydı. Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti. Taciz
ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve
tatlı canını kurtarmaktı. Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal
Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı. Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus
askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla çoktan gören
Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu. Halı mağazalarının kapılarını
açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu
bekleyişi fazla uzun sürmedi. Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye
gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki
asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi. Askerlerden biri halılarla ilgilenirken
diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile
olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi. Etrafa şöyle
bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini
uzattı. Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri
bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı
çekti ve Peştemalcıyan'ın şakağına dayadı.
Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına dönüp
ağzından
- “Şimdi b..ku yedik” cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek
sordu:
- "Ne dedung? Ne dedung?..."
Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez
söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:
- "Simdi b..u yedik".
O anda sanki bir mucize oldu. Asker ani bir hareketle
silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle
Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı. Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu. Olayı
kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız ağzıyla,
"Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam"
yani
"Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim"
derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.
Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve
karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı. Olay
anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı. Askerler
özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde
mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı. Bu
iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin'e kadar gelmişlerdi ve 1945'te
Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet
bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin'e diken üç Sovyet askerinden biri de,
Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin'deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle
tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler. Yaşadıkları olayı büyük bir
heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade
ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp
evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak
istediklerini söylediler. Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini
söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve
mucellid Emin Barın'ın Çemberlitaş'taki atölyesine gitti.
Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi duyunca
şaşırdı. Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu. Hemen
"Yazarım" diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de
Almanya'da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi
kabul etti. Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini
söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı "Hatip ebrusu" ile süslendi ve Almanya'ya doğru yola
çıktı.
Levhanın hikâyesi iste böyle...
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat
elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü...
Emin Barın, dostlarına daha sonraları
"Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini
kabul etmek zorunda kaldım" diyecekti. Levha, Peştemalcıyan ailesinin
artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin'e götürüldü ve 17 Temmuz 1966
tarihli Yeni Gazete'ye de "Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo
Cümle Yazıldı" başlığıyla haber oldu.
Guzel hikaye. Levhada "şimdi boku yedik" yaziyor. Tesekkuler paylasim icin.
ReplyDelete