Home » » IQ ve Omuzlarda Oturan Melekler

IQ ve Omuzlarda Oturan Melekler

Bu haber Türkiye gazetesinden:  “Yeni Zelanda'da bulunan Otago Üniversitesi'nde çalışan James R. Flynn, Türkiye'de IQ'nun arttığını söyledi. R. Flynn, yaptığı çalışmalar sonucunda insan IQ'sunun her 10 yılda 3 puan arttığını ortaya koyarak, insanın zekâsındaki bu gelişmeyi Endüstri Devrimi'ne borçlu olduğunu söyledi. Flynn, yaptığı IQ çalışmaları sonucunda gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye ve Kenya'da IQ konusunda ciddi artış gözlemlediğini belirtti. İskandinav ülkelerindeki insanların IQ'larında yaşanan azalmaya şaşırdığını vurgulayan bilim insanı; ABD, İngiltere ve Almanya'da beklediği artışın kaydedildiğini dile getirdi. Flynn'a göre, gelişmekte olan ülkelerin birçoğu kısa zamanda IQ seviyesinde gelişmiş ülkeleri yakalayacak. Zekânın fiziksel sebeplerle değil, artan imkânlar ile geliştiğini vurgulayan Flynn, resmi okul eğitimi, küçük aileler, boş zaman konusunda artan bilinç sayesinde de insanların zekâsının yükseldiğini kaydetti.

Elbette güzel bir haber. Türkiye’nin kom
şu olduğu ülkelerin eriştiği IQ seviyesini de bilseydik daha iyi olurdu karşılaştırma yapmak açısından. Bilmek isterdim, Iran’da durum nasıl? Ara ara duyuyoruz, okuyoruz, haber kanalları Iran’in yeni bir uzun menzilli füze veya geliştirdiği bir savunma silahını başarı ile denediğini. Nükleer silah sahibi olan ikinci müslüman ulkesi sıfatını kazanmak için var gücüyle çalışıyorlar. 

Israil’de durum nasıl acaba? Yoksa etrafındaki birkaç arap ülkesinin toplam eriştiği seviyenin de üstünde mi sahip oldukları? Bilseydik iyi olurdu, bu konuda hiç bilgi verilmemiş.. 

Haber Türk’ den verilen bir başka haberde ise “Üniversite sıralama sistemiyle tanınan İngiliz haftalık yükseköğretim dergisi Times Higher Education (THE) bu kez gelecekte Harvard, Cambridge, Yale, Oxford gibi dünyanın lider üniversitelerinden biri olmaya aday “genç” üniversiteleri sıraladı.  İlk kez 50 yaşın altında “dünyanın en iyileri”ni sıralayan ve gelecekte dünyanın en iyilerine “meydan okuyacak adayları” belirleyen THE’nin en iyi 100 listesine Türkiye’den de Bilkent Üniversitesi girdi. 32. sırada yer alan Bilkent için Sıralama Sistemi Editörü Phil Baty, “1984 yılında kurulmasına rağmen Bilkent Üniversitesi kısa bir sürede dünya standartlarında eğitim vermeyi başardığını gösteriyor. Bu sıralamaya girmesi doğru strateji ve yatırımla daha yüksek seviyelere de çıkacağının bir göstergesidir” diye konuştu.
Birleşik Krallık(Ingiltere) 20 üniversitesiyle listede en çok yer alan ülke. Listeye Avustralya 14 üniversiteyle girerken, Dünya Üniversiteler Sıralaması’nda en çok üniversitesi olan ABD sadece 9, Fransa 4 üniversitesiyle girebildi. İlk 10’da yer alan 6 ülke Güney Kore, İsviçre, Hong Kong, ABD, Fransa ve İngiltere. Listenin en genç üniversitesi 14 yaşındaki İtalyan Milan-Bicocca, 25. sırada. Rusya, Hindistan ve Çin ise listede yok. Toplamda 30 farklı ülkenin yer aldığı listede Doğu Asya ülkelerinin güçlü performans sergilediği dikkat çekiyor. Güney Kore Pohang ile 1. sırada ve Kore İleri Teknik ve Bilim Enstitüsü ile 5. sırada yer alıyor. Hong Kong’un ise ilk 50’de 4 üniversitesi, Tayvan’ın ilk 100 içinde 5 üniversitesi yer alıyor. “Dünyanın en iyi 200 üniversitesi” içinde bulunmayan ancak bu listedeki en iyi 100 arasında bulunan ülkeler Malezya, İran, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye, İtalya ve Yunanistan.

Görüluyor ki, Türkiye bolgede yalnız değil. Mısır ve Iran da listenin içinde. Orta Doğu’da sozü dinlenen, görüşlerine başvurulması gereken ülkelerden biri olmak isteyen Türkiye’ye karşı rakip ülkeler var; Mısır ve iran Türkiye’yi bu çabasında zorlayacaklar.   2011-2012 yılını kapsayan araştırma sonucuna göre dünyanın en iyi 400 üniversitesi içinde Mısır, Iran ve Türkiye’den üniversiteler var. Bilkent üniversitesi 204’üncü sıraya yerleşmiş. Cok güzel. Boğaziçi üniversitesi 307’nci sırada, 303’de Mısır’ın Alexandria üniversitesi var. Iran’dan bir üniversite sanırım 336’nci sırada. Aralarında çok da puan farkı yok. Buna rağmen, Israil’den bir üniversite 166’nci sırada yer alıyor.  Israil’in bir başka üniversitesi de 301-350 grubu içinde.

Oyle görünüyorki, Türkiye, nüfusunun genç olması sayesinde ekonomik bir avantaja sahip. Yeter ki, ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan bu genç nüfusun enerjisi ekonomiye ve ekonomik üretkenliğe kaydırılabilsin. Bu mümkün mü? Mümkün ama kolay değil. Cok uzun dönemli planlama ve yatırım gerektirir.   Halbuki, enerjimizi PKK terörü ile telef ediyoruz. Milyarlarca dolar terör ile mücadeleye akıtılıyor. Bunları uzun uzun sıralamanın bir faydası yok. Hergün görünen, yaşanan bir olay. Hepimizin aklından geçen şeyler. 

Ilk paragrafdaki şu cümle çok önemli; “Zekânın fiziksel sebeplerle değil, artan imkânlar ile geliştiğini vurgulayan Flynn, resmi okul eğitimi, küçük aileler, boş zaman konusunda artan bilinç sayesinde de insanların zekâsının yükseldiğini kaydetti.”  Türkiye’nin terör belası olmasa, demokratik hakları temel kabul eden, fikir özgürlüğünü ve eleştiriyi bir öcü olarak görmeyen, çeşitli kültürel farklılıkları ile, toplumsal barışı amaç edinen bir anayasası olsa, birbiri ile uyumlu ve tek bir amaç için koordineli olarak çalışan kurumları olsa, düşünebiliyor musunuz, Türkiye’nin geleceği ekonomik düzeyi...  Yeni imkanlar ile, o dinamik ve genç 70 milyonluk insan topluluğundan boy atacak yeni atılımları düşünebiliyor musunuz? Her yeni imkan daha üstün IQ seviyelerinin erişilmesine yardımcı olacak. O zaman ister istemez, bölge ülkeleri sizin sözünüzü dinlemek için sıraya girecekler. Türkiye’nin kendini kabul ettirmesine lüzum kalmayacak.

Izninizle, bir de bugün içinde bulunduğumuz duruma bakalım.
Demokrasinin işlediğini kim iddia edebilir? Çin ve İran’da olduğundan daha fazla sayıda, hapisde yatan gazeteci var bugün Türkiye’de.  Kürt sorunu tam bir çıban başı ve çözülemeyecek kadar kan gölünün içine batmış durumda. Nüfusun yarısı muhafazakar değerleri savunurken, diğer yarısı her geçen gün yaşam alanlarına yapılan baskılarla, hükümetden daha uzaklaşıyor.  

Laik yaşam tarzını günlük hayatlarının bir parçası yapmış insanlar önceleri  mahalle baskısından korkuyorlardı, muhafazakar değerler kendilerine dayatılır oldu. Parklarda elele dolaşan genç çiftler “fazla muhabetlerinden” dolayı kendilerini mahallenin namus bekçisi gibi gören ‘muhafazakar’ kişiler tarafından ‘edepli davranmaları için’ uyarılmaktalar. Kadınların erkeklerden yedikleri ‘namus’ dayakları artış görterdi. Bu yetmedi, boğazlar kesilir oldu. Canlı kalabilmeyi başaran kadınlar, gözü, kaşı patlamış halde karakola sığınır oldular.  

Medeni davranışlar gün geçtikçe eksilir oldu. Kabadayılık taslamak, kabadayı gibi konuşmak alkışlanır oldu. Bayağılık artı.  Taksim’e çıkıp, yılbaşını kutlamak kadınlar için düşünülmesi bile mümkün değil artık, çünkü bir grub çakal tarafından etrafları sarılıp, tecavüze uğramaları an meselesi. Karakola gittiklerinde, ne gibi bir muamele ile karşılasacakları da meçhul. Suratlarına tokat yemek için herhangi bir neden ‘haklı’ görülebilir. 

Mahalle baskısı şimdi yerini okul baskısına bıraktı. Türkiye’deki günlük yaşamı uzaktan takip eden bizler için şahit olduklarımız bize bildiğimizden çok farklı bir Türkiye görüntüsü veriyor. Hem milliyetcilik, hem de muhafazakarlık ve islamcılık artıyor. Türkiye gittikçe daha bir Araplaşmış, Orta Doğu’lulaşmış ülke görüntüsü sunuyor.

Turkiye’den gönderdigi bir mektubunda arkadaşımız yazıyor: “Geçen hafta sonu Ankara'ya gitmek için gece Pamukkale otobüsünün terminaline gittim. Bu otobüs yolculuklarını yüzlerce kez yapmıştım. Birçok kereler gençlerin  askere gönderilişlerini gördüm. Arkadaşları ile gelirler, davul zurna eşliğinde eğlenirlerdi. Bu sefer yaklaşık 12 değisik grup, her birinde 20-50 kişi, Türk bayrakları ellerinde, sürekli slogan atıyorlardı; ‘En büyük asker bizim asker’  -bu hep söylenir-  ama ilginç olanları şunlardı: ‘Onların piçleri, yıldıramaz bizleri’  ve ‘asker gidecek geri gelecek’.   Demek istediğim, eskiden askere gidip yol yordam öğrenmek, olgun olarak asker ocağından dönmek yerini  ciddi bir ‘gidip de dönmemek’ olasılığına bırakmış. Yani, açıkça savaşta olduğumuzun ilginç bir göstergesiydi bu."

Devam ediyor mektubuna: “Okullar açıldı, hanım ilk gün, sınıfa yardım etmek amacıyla girmiş. Çoçuklarla öğretmen arasında geçen konuşmalara şahit olmuş.  Konuşmalar bir ilkokul çocuğu için oldukça ilginç;  yazın kaç tane dua ezberledikleri, iyi melekler ile kötü meleklerin hikayeleri ve omuzlarımızda oturan meleklerden  falan da söz etmişler. Işte beynin en fazla işlenmeye ve biçimledirilmeye hazır olduğu o çocukluk döneminde, bu tür dersleri çocuklara dayıyarak yeni bir neslin tohumları atılıyor (hatırlayın ilk ne zaman öğrenmiştiniz merdiven altından geçme, kara kedi uğurzukluktur türünden hurafeleri ve bunlara benzer şeyleri; hala da kafanızı zorlar değil mi?).”
Sorgulamaya vakit kalmadan, kafanıza kazınır bazı gerçek dışı şeyler. 

Cumhuriyet "on yılda onbeş milyon genç yarattık” diyerek, Cumhuriyet’in (ve devrimlerin) savunucusu, koruyucusu bir nesli yetiştirmekle ovündü hep. Koprülerin altından çok sular aktı. Sanırım bugünkü iktidar da, aynen kendi neslini, muhafazakar değerlerini savunmak ve korumak sevdasıyla, on yıl içinde yaratmak çabasında. O yüzden ellerinde imkan varken bir değil, iki değil, en az üç çocuk ile bu işi birkaç misli ile, geri dönülmeyecek şekilde bitirme niyetinde. 

Görülüyor ki, iktidarin gelecek on yıllar için planı farklı. Çeşitlilikten hoşlanmayan, kendinden olmayanları yadsıyan, bilimselliği değil fakat ön yargıları ve inançları savunan insanlar yetiştirmek. Sorgulamayan, itaatkar ve otoriteyi kabul eden bir nesile sahip olmak. O nesil içinde, kadının yeri de belli. Evde kalıp çocuklara anne, kocaya da karı olmak. Sözünden çıkmadan, hem seven hem de söven aile reisi kocasına itaat etmek. Eksik etek olmak. Ekonominin bir parçası olmadan, izin verildiği kadar okuyup eline bir şekilde bir diploma almak ve ‘üretim faaliyetini’ ekonomik olarak değil de, kadınsı doğurganlığı ile yerine getirmek. 

On yil sonra üniversitelerimizin diğer ülkelerin üniversitelerine oranla ne kadar başarılı olacaklarını görmek isterim. Umarım ürettikleri bilimsel yayınların sayısı diğerlerini fersah fersah geçer. 

Ben Türkiye’nin birkaç on yıl içinde erişeceği insan kalitesinden emin değilim. Umarım yanılırım.  Elbette, benim kalite için kullandığım kıstas, başkaları için farklı olabilir. Muhafazakar arkadaşlar da, beni haksız görüyorlardır. Belki de, onların gözünde, Türkiye asıl şimdi olması gerekene doğru yol alıyordur. Inançları üstün kılan bir toplum oluşturmak ana amaç olursa, bugünkü iktidar en yapılması gerekeni yapıyor demektir. Sabırla ve sırayla yavaş yavaş, toplumda muhafazakarlık miktarını artırmaya devam. Ellerine geçen her fırsatta yaptıklari bu. Herkesin iktidarı olma yolundakı iktidarın çabaları, şimdilik muhafazakarların mutluluğunu artırmaya yönlendirilmiş. 

Bu arada iktidarin politikalarında, uygulamalarında yanlışlıklar, eksiklikler de olabilir.  En iyisi, insanları etki altına alabilme kuvveti olan basın ve yayın kuruluşları olarak, bunların hiç birinden bahsetmemek. Duymadık, bilmiyorduk rolüne yatarak sabırla iktidar kalmaya ve devletin bütün imkanlarini muhafazakar bir Türkiye yaratmak uğruna seferber etmek. Bugün yapılan bundan başkası değildir. Ne pahasına olursa olsun, iktidar kalmak ve genç beyinleri muhafazakar değerler ile yıkamak. 

Ne kadar ilginçtir ki, muhafazakar toplumu bayrak edinen bir iktidar döneminde Türk dili neredeyse tanınamayacak bir boyuta ulaştı. Gazete başlıklarından tutun da, köşe yazarlarının kullandıkları dile, kullandıkları kelimelere kadar her yazı ve makalede içler acısı bir türkçe kullanılıyor. Imla hatalarının bini bir para. Kapanın elinde kalıyor. De ve da kullanılarak yapılan bağlaçlardakı hatalar artık türkçemizi yerlerde süründürüyor. ‘En güzel tarihi şehirler toplantisi Istanbul da yapılıyor’ yazmakla ‘En güzel tarihi şehirler toplantısı Istanbul'da yapılıyor’  yazmak arasında dünya kadar farklar vardır ve Internetde yayın yapan haber sitelerinin hemen hemen hepsi benzer bir yanlışın farkında bile değıller. Çünkü benzer yanlışı başka sütunlarda tekrarlamaya devam ediyorlar.  Kimin elinden çıkıyor bu yanlışlar? Editörlerin, köşe yazarlarının, site yöneticilerinin. Demek ki, hepsi de Türk dilini doğrulukla kullanma bilgisinden yoksunlar. Nasıl bir IQ bu? Türkçede çok yapılan hataları bilmek için Wikipedia sitesine bakmanız size bir fikir verecektir. 

Muhafazakar bir iktidarı hiç rahatsız etmiyor mu, “ironi” kelimesinin, “alaycı” kelimesi yerine kullanılması. Aynı şekilde “abartı” kelimesi yerine yine ingilizceden garip bir şekilde türetilen ‘egzecür” kelimesinin kullanılması bir laik kişi olarak benim tüylerimi diken diken ediyor ama, sanırım muhafazakar iktidarin işi başından aşkın, bu tür ‘sıradan’ şeyler için uğraşacak, söz söyleyecek vakitleri yok. Onlar şimdilik omuzlarda oturan melekleri öğretsinler, doğru türkçe kullanma dersi sonraya kalsın. 

Biliyor musunuz, bu türkçe konuşmaların arasına ingilizce laflar sokuşturmak Özal döneminde başladı. Muhafazakar olduğu kadar modern olduğunu gösterme derdindeydi sanırım. Özal’ın en sevdiği kelimelerden biri de ‘Elimine' idi. ingilizcede ‘elimination’ kelimesi ortadan kaldırmak, yok etmek, berteraf etmek anlamında kullanılıyor. Özal da, bu çok sevdiği ve türkçeye "kazandırdığı" 'elimine' kelimesi ile liderliğini gösterdi.  O kelimeyi devamlı kullanıp Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları ‘elimine’ etmenin yollarını anlatıp durdu, basına verdiği demeçlerinde. 

Sonuçda güzel türkçenin kendisi 'elimine' edildi, türkçe kimsenin kaygısı değil. Nedense bunlar hep muhafazakar iktidarlar döneminde oldu ve oluyor.

Başınızı ağrıttımsa affola…

Milletimize bol IQ’lu gelecek dileklerimle, 

 CumaBriç Editörü

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.