Home » » 1 Haziran 2007 CumaBric Gecesi

1 Haziran 2007 CumaBric Gecesi


YENiDEN ARANIZDAYIZ    
O gece arabamı Faruk'ların evine sürerken, aklımdan gündemin konularını birer birer geçirmeye çalışıyordum. Tartışacağımız konularda hangilerine öncelik verebiliriz diye kendimce sıralamalar yapıyordum. Gündemdeki hemen her olay öncelikli ve önemliydi. Bu sefer yanıma not defteri aldım, tartışılan konuların detaylarını unutmamak için.

Geçen Briç toplantımızdan bu yana, iki haftalık süre kolay kolay geçmek bilmedi benim için. Son iki haftaya neler neler sığmadı ki. Ankara Ulus'ta patlatılan bomba ile masum vatandaşlarımızın katledilmesi, askerlerimizin terörist kurşunları ve mayınlarıyla şehit olmaları, Kuzey Irak'da Barzani'nin Türkiye'ye kafa tutan açıklamaları birkaç gün ara ile peş peşe yaşandı. Bu dinmek tükenmek bilmeyen ve dozu gittikçe artan terörist eylemler Türkiye'yi bir iç savaşın içine çekmek için yıllardır uygulanıyor.

Elbette, halk nefret ve kin dolu bu terorist saldırılar karşısında. Sabır ve ihtiyatla, devleti yönetenlerden bu gidişatın durdurulmasına dair gözle görülür, elle tutulur, somut politikalar üretilmesini bekliyorlar. Öyle görünüyorki, seçimlerin derdine düşmüş partiler ve hükümetteki parti olarak AKP bu saldırılara gereken cevabı vermekten uzak. Vermeye çalışıyorlarsa da sesleri cılız çıkıyor. Bu idari boşluktan yararlanmak isteyen Barzani, arkasına Amerika'nın desteğini alarak, Türkiye'ye kafa tutuyor. Böylece kendisinin kürtlerin esas lideri olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu durumda, Türkiye'nin tehditler karşısında onurunu korumak TSK'ya ve elbette GenelKurmay başkanına kalıyor. TSK bunu gereği gibi de yapıyor. Bana soracak olursanız, Büyükanıt paşa, Türkiye'de eksikliği duyulan 'adam gibi lider' boşluğunu doldurabilen tek kişi. Bu olaylarin ışiğı altında, son günlere damgasını vuran önemli bir gelişme de, TSK ve Cumhurbaşkanlığı ile AKP hükümeti arasındaki görüş ayrılıklarının artık açıkça medyanın ve halkın huzurunda yaşanıyor olması. El sıkışırken, gözgöze bakmamak, yanyana otururken saatlerce tek kelime etmemek, gazetelerin manşetlerine konu oldu.

Askerlerimiz, Türkiyenin çıkarlarını zedeleyen siyasi ve sosyal olaylar karşısında, AKP hükümetinin çözüm üretmekde yetersiz kalan pasif politikalarına daha fazla tahammül etmek istemiyor. Ortaya serilen tablonun özü bu.

AKP bugünün çok karmaşık olan devletler arası ilişkilerinde beceriksiz davranan parti görünümünde. Türkiye'yi AB üyeligine katmak için kolları sıvamak başka, AB karşısında, Türkiye'nin büyük devlet politikası ile bağdaşmayan bir şekilde, kendimize kapı kulu muamelesi yaptırmak çok daha başka. Öyle görünüyor ki, AKP parti olarak, Turklerin duydugu milli hisleri algılayamayan bir politik oluşum. Ya da en azından parti yönetimi bu tür bir anlayış sergiliyor. Türban konusunda aslan kesilen AKP yönetimi, diğer iç ve dış siyasi konularda 'uzlaşma' adı altında devamlı taviz veren bir tutum içinde.

AKP kendi yetersizliğini biliyor ve kendini kurtarmanın yolunu ise içeride ve dışarıda 'mazlum edebiyatı'na sarılmakta buluyor. İş sadece Türkiye içinde mazlum edebiyatı yapmakla bitmiyor. Halk, şehitlerin hesabının sorulmasını istiyor. AKP bu olaylarda suskun kalıyor, sanki bu olay sadece TSK'yi ilgilendiren bir sorunmuş gibi davranıyor. "askerlik yan gelip yatma yeri değildir" sözü kolay kolay unutulacak bir şey değil. Bir başbakan bunu agzından kaçırmış olamaz. Eğer kaçırırsa, o zaman yerini başkasına terketmesi gerekir. Başbakan'ın bu sözleri, onun PKK terörü karşısındaki kendi aczini gösterir.

Askerler, Kuzey Irak'ı bir üs olarak kullanan PKK'ya karşı bir harekatın başlatılması için hükümetden 'olur' istedi fakat, bu istek, hükümet tarafından hiç sorulmamış muamelesi gördü. Günler geçti, nihayet hükümet, askerler istiyorsa yapsınlar gibilerinden, yarım ağızla, sanki, olacaklardan ben sorumlu olmam demek isteyen bir tutumla topu TSK'ya atmaya çalıştı.

Bazı gazete yazarları ve politikacılar, AKP 'nin demokrasiyi korumaya çalışan bir parti olduğunu bürokrasinin (yani TSK, yargı..vs) ise bu partinin önüne türlü çeşit engeller çıkardığını, böylece kendilerinin Türkiye üzerinde oluşturdukları 'baskıcı' (aynı zamanda 'demokratik' değil ama 'cumhuriyetçi') düzenlerinin devamını sağladıklarını iddia ediyorlar. Bürokrasiye karşı duran bu kesimler -Ulusta patlayan bombayı PKK üstlenmesine ragmen- olayın böyle olduğuna inanmakta güçlük çektiklerini, aksine bu olayın aslında tipik bir 'derin devlet' operasyonu olma ihtimalinin de araştırılması gerektiğini talep ettiler. Bombalı saldırıları açıklamak çok basit bunlar için; derin devletin alışılagelmiş bir oyunu. Bütün amaç, patlayan bombalarla, demokrasiyi askıya almak, böylece bürokrasinin 'kendi zemininin' ayakları altından kaymasına engel olmak.

Iste bu tür duygu ve düşüncelerle dolu olarak Farukgiller Konağına vardım. O akşam birkaç arkadaşımız gelmemişt i. Erden iki hafta önce talihsiz bir kaza geçirmişti ve tedavisi devam ediyordu. Mehmet Türkiye ziyaretindeydi, Turgut, her zamanki işleri ile meşguldu, Sonunda 10 kişiyi toplamasını bildik. ikişerden 5 takım çikardık.

Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi, ziyafet köşesi yine dolup taşmıştı. Acaba... önce yeyip, sonra mı oynasak.. . yoksa, yeme işini sonraya mı saklasak... Hadi canım ne diye bekleyelim ki... Bu oyunu, turşuyla salatalasak da mı oynasak yoksa, rakıyla mezelemeden mi batırsak diye düşünürken, bir de baktık ki, dışarıda masa çoktan kurulmuş ve oyunlar hakem kararı ile durdurulmuş, tantananın taa dibine dalınmış, hem memleket hem de dünya her bir sorunundan teker teker arındırılmış bir şekilde, sigaralar tüttürülmüş, arkaya yaşlanılmış ve meclisin oturumu Atatürk döneminin hikayeleri ile açılmış bile.

Ben de yerimi aldım ve konuşulanlara ortak oldum.

Abdullah Gül'ün "Atatürk'ün hanımının da başı kapalıydı" vecizesi hepimizi güldürdü. Abdullah Gül kimi inandırmaya çalışıyordu bu iddiasi ile pek anlayamadık. Biliyorduk ki, Latife Hanım o zamanın en "Feminist" kadınıdır. Latife Hanım'ın büyük kişiliği hepimizin takdirini ve saygısını kazanmıştı. Ölümüne kadar, Atatürk ile olan ilişkisini bir sır olarak korumuş ve bu konuda hiçbir tartışmaya taraf olmamıştır. Latife hanım, kıyafet kanunu ile birlikte modern kadın görünümüne bürünen ilk kadınlarımızdan biridir. Allah rahmet eylesin. Abdullah Gül'ün Latife Hanım'ı türban konusuna katması kargalari bile güldürecek cinsten bir davranış.

Sonra, laf geldi Atatürk'ün genç yaşta (57) ölümüne, İnönü ile olan dargınlıklarına, hatta İnönü'nün Atatürk'ün bir çağrısına 'öldürülebilirim' korkusu ile gitmeyişine, Atatürk'ün ölümünün yakın yıllarında İnönü yerine Celal Bayar'ı başbakan olarak öne çıkarmaya çalışmasına, Türkiye'ye Amerikanın girmediğine ve fakat, Nato'ya girmek için, Kore savaşı ile birlikte Amerika gelsin diye, Türkiye'nin Amerika'ya kapılarını ardına kadar açtığına, böylece 1950'lerde Türkiye'ye bir kere giren Amerika'nın bir daha da çıkmadığına, böylece Rusya'dan korkan Turkiye'deki rejimin Amerika'nın kucağında aradığı rahatı bulduğuna, ve en nihayetinde de, bu 'dost' Amerika'nın şimdi kuzey Irak'da Türkiye ile çatışma içine girme olasılığına dair konuşmalara geldi sıra. Konusup tartistiklarimizin gerisini de asagidaki sutunlarda aktariyorum.

Bu kuzey Irak meselesi çok karmaşık. Irak'ın içinde bulunduğu durumdan ayrı düşünülemez. Amerika, Irak'da bir batağın içine girmiş, nasıl bu işten sıyrılırım diye uğraşıp duruyor. İran boş durmamış, Şiileri destekleyerek, İrak'da kendi gücünü yaymaya çalışıyor. Sünniler'in sayısı az. Kürtler, Amerika'nın yanında, Şiilere ve diğer dini gruplara karşı Amerika'nın elinde bir koz. Zeten, kürtler Saddam döneminde bile kendilerine saldırılar yapılırken bir araya gelip tek bir güç olmaya yanaşmamışlardır. Ne Talabani, ne de Barzani kendi liderliklerinden vazgeçecek insanlar değiller. Zaten ikisi arasında bir kan davası da var. Amerika eğer Irak'ı terk edecekse, bu nu yaparken Irak'ın kontrolunun da sünnilerin eline gecmesini tercih eder. Pekii diyeceksiniz, iş bu durumda ise Saddam niye saf dışı edildi Eh..! O da ayrı bir "Made in America" hatası. Amerika şimdi, olacakların en hayırlısı ne olabailir, bunun hesabını yapmakta... Son günlerde Kuzey Irak sınırına yaptığımız askeri yığınaklar, sınırda PKK ile çatışmalar, herne kadar dışarıdan Türkiye ile Amerika'yı karşı karşıya getiren olaylarmış gibi görünüyorsa da, bakarsınız iş döner dolaşır, Amerika'nın kuzey Irak'da Türkiye'yi de görmek istemesinin ilk adımlari olarak ortaya çıkabilir. Irak'da kontrol İran yanlısı Şiilerin elinde olacağına, sünni Türklerin elinde olsun, daha iyi diyebilir Amerika.

Kimbilir, belki yillar sonra birileri çıkar ve anılarını ortaya döker; bu işler, herkezin bilgisi dahilinde yürütülüyordu da diyebilir. Bakın, Doğu Perinçek, nerden ve nasıl elde ediyorsa taa siyasete ilk başladığı 1970'li yıllardan beri, gazete ve dergilerinde, gizli servislerin raporlarına benzer ayrıntılı bilgileri ortaya dökmek de çok başarılı biridir. İsterseniz burada iddia edilenlere bir bakın ve ne demek istediğimizi anlayın. İstediğimiz kadar, biz burada vatandaşlar olarak birbirimize yüklenelim, olanlar ve olacaklar, çook önceden birileri tarafından zaten senaryo edilmiş ve uygulamaya konulmuş bile. Demekki... Öyle ortalıkta, dönüp dolaşan, gazete başlığı olarak sayfaları dolduran her bir lafın arkasında koşturmayacaksın. İşleri bir bileninden sorup soruşturacaksın. Kafanı kullanıp, sorular soracaksın, en dogru cevabı bulmaya çalışacaksın.

Şimdi, biz size desek ki, Yahu be güzel kardeşim, hangi hava ihlalinden bahsediyoruz, Amerikan uçaklarını biz incirlik üssünden kaldırtmıyor muyuz. Zaten eski Genel Kurmay başkanı Özkök paşa söylemedi mi, "Amerikan uçaklarının hava sahamıza girişleri bizim zamanımızda da bir çok kereler oluyordu" diye. Şimdi değisen ne... Demekki, Kuzey Irak sorunu için ateşe odun atmak da gerekli görünmüş olabilir.

Hani şu, içinde silahlarin ve roket atarların bulunduğu vagon güya PKK'lılarca vuruldu ya, bu biraz gerceği yansıtmıyor gibi geldi bize. İran'ın bu gizli silah geçirme faaliyetlerini Türkiye biliyordu ve bu olaydan haberdar olduğumuz bir şekilde İran'in yüzüne vurulmalıydı. Bugüne kadar, PKK'nin sırf bir vagon'a karşı saldırı yaptığını duymamıştık. Tasadüf mü bu olaylar sizce.?

İşte böyle, Sünniler, Şiiler, Türkler, Kürtler, Araplar, şunlar bunlar derken, laf döndü dolaştı, tarihler boyunca insan oğlunun savaşlar ve göçler ile nasıl birbiri ile karışıp, kaynaştığına geldi. Tesadüfen tanıştığımız Sırbistan'lı bir aile hemen hemen 100-200 kelime arası Türkçe kelime kullanıyordu kendi dillerinde. Bunlar çoğunlukla, bahçecilik ile ilgili olanlar, ev eşyaları, çoğunlukla da mutfak eşyaları üzerine kullanılan kelimelerdi. Hatta, rahmetli Abdi İpekçi bir yazısında Afrika'da Kenya'ya yaptığı bir gezide, oralarda kullanılan Turkce/Osmal'ica kelimeleri duyunca yaşadığı şaşkınlığı anlatıyordu.

Gördüğümüz kadarı ile Türkçe kelimelerin bir kısmı Osmanlı'nın yayılabildiği yerlerde halkın diline girebilmiş ve günlük hayatın parçası olmuşlardı. Fakat arada şunlar da söylendi, bazı tarih kitaplarında özellikle Balkan'larda yapılan savaşlarda, müslüman nüfusun yüzde ellisinin tamamen imha edildiği anlatılıyordu. (Bu konuda CumaBriç'in özel bir yazısı çıkarsa hiç şaşmayın..)

Tabii, turkçe kelimeler komşu ülkelerde kullanılıyor dedik ya, bizim de turkce olduğunu sandığımız bazı kelimeler, aslında hiç de tahmin edemeyecegimiz başka ülkelerin kendi dillerinden türkce'ye giren kelimeler. Mesela musakka kelimesi. birçok kişi bunun bir yunanca kelime olduğunu sanır. Halbuki bu kelime Rusça'dan türkçe'ye girmiş bir kelime. Semaver kelimesi de öyle. Belki biz hafifden farklı bir şekilde telaffuz ediyoruz bu kelimeyi (Rusça'da Samuva gibi söyleniyor) fakat, kelime onlardan bize gelmiş.

Bugünlerde siyasi partilere gelip girenler de bir dolu, bir dolu, kayıt kuyrukları aldı başını gidiyor. Türkiye'de ideolojiler, politikalar, inançlar, prensipler öylesine alt üst olmuş ki, sağcı bildiklerimiz solculuğa, solcu bildiklerimiz sağcılığa soyundular ve bir takım siyasi partilere katıldılar, böylece siyasetlerini yeni çatı altında yapmaya devam ediyorlar. AKP ve CHP bu tür yeni katılımların çoğunlukta olduğu iki parti. AKP'de olmayan yok gibi. AKP'ye Merkez partisi deniyor ama, siyaset yelpazesinin en bir uç noktasından, diğer en uç noktasına kadar bildiğimiz isimler bu partiye geçme derdinde. Neresi merkez bu partinin pek anlayamadık. Demekki, insanlar artık, aşirı uçdaki siyasetlerin, Türkiye'nin başına bir dert olduğunu, günümüzde geçer akçenin artık, siyasi odaklaşmalarda değil, içine aklın ve sağduyunun girdiği günlük akılcı çözümlerin içinde olduğunu, bunun da illa bir ideolojik anlayış gerektirmediğini anlamış oldular. CHP de bundan geri kalmak istemiyor ve kadrolarının yüzde yetmişini yeni isimlerle değiştirmek istiyor. Tabii, bütün bu yeni oluşumdan elbette güzel Türkiye'miz fayda görecektir. Yeter ki, yeni isimler, doğru çözümleri üretebilen, bilgili ve becerikli kişiler olsunlar. Hangi partide oldukları o kadar onemli değil. Bak, Abdüllatif Şener'e "Arkadaş, benden bu kadar" dedi ve AKP'nin üst yönetimi ile bağları çözdü. Çünkü, keskin sirke kübüne zarardır ve bundan kimseye fayda gelmez. Ya aklını başına toplayıp, ülkede tansiyonu yükselten politik kavgalardan uzak kalacaksın, ya da geleceğin Türkiye'sinde yer almak için, kendine kendin gibi taze bir bahar seçeceksin.

Gündemin konularını bu şekilde tartıştık durduk, sonra da masayı bir güzel donatıp kendimize iyi bir kıyak geçtik. Bu arada, birbirimizin yemek sahalarını ihlal etmeyi göze alarak, çatal ve kaşıklarla kolumuzun uzanabildiği yere kadar uzandık ve zeytin, beyaz peynir, kaşar peyniri, domates, salata, roka, turşu, acı biber, humus, yoğurt vesaire ne varsa, hepsinden bir parça alıp tadına doyduk. Gerçi bu tür ihlaller hemen her Briç akşamı oluyordu fakat, bu seferki biraz manşet olmak zorundaydı çünkü, masaya konan mezelerin çeşitliliği, haşmeti ve lezzeti bu sütunlara da başka türlü aktarılamazdı. Sizin de ağzınızı sulandırayım dedim, değil mi ki, binlerce kilo metre ötelerden sitemizi ziyaret etme nezeketini gösteriyorsunuz, kalplerimiz de bir, bizim yaşadığımız hisleri sizler de yaşamış olun istedim.

Site dedikte aklıma geldi, Allah nazardan saklasın, bugünlerde sitemiz, tıklanma rekorları kırıyor. Neden kırmasin ki vatandaş oturuyor PC'sinin başına ve başlıyor İnternet'de site taramasına. Google'da yazıyor... "Türkiye'nin ve Dünyanın sorunlari"... tak, karşısında CumaBriç (cremis) geliyor... Hele bir tıklayayım nedir neyin nesidir bu insanlar diye merak ediyor... Bir başkası belliki toplumun iştahlı kesimlerinden bir sade vatandaş, güclükle bir PC almış, koltuğuna kurulacak, işin zevkini çıkaracak,... Yazıyor taramasında... "Tatlılar ve Tuzlular"... haydaaa... tak, karşısında yine CumaBriç'i buluyor, niye bulmasın ki, CumaBriç'de her sohbetin ayrı bir tadı var güzel kardeşim. Bunu yapamayanlar, kıskananlar çatır çatır çatlıyor bizim sohbet ortamını görünce. Gecen gün dikkatimi çekti, birisi taa Belçika'dan Google'a girmiş, tarama yapıyor.... Yazmış oraya.. "Brisbane ve Türkler" ... tak, hemen CumaBriç karşısında.. Okumuş bir güzel yazdıklarımızı, Brisbane resimlerine bakmış, bilgi edinmiş, sonra "CumaBriç Toplantıları" na tıklamış, onları hatim indirmiş, Çevre ve Enerji testlerine takılmış, 3,5 saat ekranin başından ayrılamamış. İste site dediğin böyle olur... Okuyucusu ile birebir doğrudan iletişim kurabilen ender sitelerden biri olarak, dünyanın hemen her yerinden ulaşılabilen, hem bilgi alınan hem de kafa soğutulan bir site arkadaş bu, boru değil... CumaBriç'çiler olarak sitemizle ne kadar övünsek azdır, bunu da bilelim yani.

Eh iyi yedik,, tatlı konuştuk, bu arada oyunlarımızı da oynadık. Karşılıklı kozlar, kontürler, sür kontürler, paslar, 7 sanzatular, iki batmalar, bir deyip de altı sanzatü çıkmalar falan derken, oyunların hemen hepsi neşemize neşe kattılar. Gerçi Tonguc, Kupa Ası ile Karo Ası arasındaki şekil farkını gözden kaçırsa da önemli değil, zaten o oyunda Tonguç ne kart atsa da farketmiyecekti, olay öylesine geçiştirildi, Oyun kazananların şerefine, şaraplar tazelendi, çaylar demlendi. İşte, öyle böyle bir Briç gecesini de yaşamış olduk.

Daha sonra da, saat gecenin 2'sine gelmişti, hadi artık vakti geldi dedik ve evlerimizin yolunu tuttuk.


FOTOĞRAFLAR

Aayyy...! Ne gereği vardi..?!   Eh Hadi... Israr ettiniz, alayım barii. .!

















7 Sanzatu iste böyle böyle deklare edilip oynanır..!















Bir kere daha gösterelim... Yan açıdan olsun...
















Hayde Bre Aslanlarrr... şu dağlaraaa, düşman geleeee...!














 

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.