O
gece arabamı Faruk'ların evine sürerken, aklımdan gündemin konularını
birer birer geçirmeye çalışıyordum. Tartışacağımız konularda hangilerine
öncelik verebiliriz diye kendimce sıralamalar yapıyordum. Gündemdeki
hemen her olay öncelikli ve önemliydi. Bu sefer yanıma not defteri
aldım, tartışılan konuların detaylarını unutmamak için.
Geçen Briç toplantımızdan bu yana, iki haftalık süre kolay kolay geçmek
bilmedi benim için. Son iki haftaya neler neler sığmadı ki. Ankara
Ulus'ta patlatılan bomba ile masum vatandaşlarımızın katledilmesi,
askerlerimizin terörist kurşunları ve mayınlarıyla şehit olmaları, Kuzey
Irak'da Barzani'nin Türkiye'ye kafa tutan açıklamaları birkaç gün ara
ile peş peşe yaşandı. Bu dinmek tükenmek bilmeyen ve dozu gittikçe artan
terörist eylemler Türkiye'yi bir iç savaşın içine çekmek için yıllardır
uygulanıyor.
Elbette, halk nefret ve kin dolu bu terorist saldırılar
karşısında. Sabır ve ihtiyatla, devleti yönetenlerden bu gidişatın
durdurulmasına dair gözle görülür, elle tutulur, somut politikalar
üretilmesini bekliyorlar. Öyle görünüyorki, seçimlerin derdine düşmüş
partiler ve hükümetteki parti olarak AKP bu saldırılara gereken cevabı
vermekten uzak. Vermeye çalışıyorlarsa da sesleri cılız çıkıyor. Bu
idari boşluktan yararlanmak isteyen Barzani, arkasına Amerika'nın
desteğini alarak, Türkiye'ye kafa tutuyor. Böylece kendisinin kürtlerin
esas lideri olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu durumda, Türkiye'nin
tehditler karşısında onurunu korumak TSK'ya ve elbette GenelKurmay
başkanına kalıyor. TSK bunu gereği gibi de yapıyor. Bana soracak
olursanız, Büyükanıt paşa, Türkiye'de eksikliği duyulan 'adam gibi
lider' boşluğunu doldurabilen tek kişi. Bu olaylarin ışiğı altında, son
günlere damgasını vuran önemli bir gelişme de, TSK ve Cumhurbaşkanlığı
ile AKP hükümeti arasındaki görüş ayrılıklarının artık açıkça medyanın
ve halkın huzurunda yaşanıyor olması. El sıkışırken, gözgöze bakmamak,
yanyana otururken saatlerce tek kelime etmemek, gazetelerin manşetlerine
konu oldu.
Askerlerimiz, Türkiyenin çıkarlarını zedeleyen siyasi ve sosyal olaylar
karşısında, AKP hükümetinin çözüm üretmekde yetersiz kalan pasif
politikalarına daha fazla tahammül etmek istemiyor. Ortaya serilen
tablonun özü bu.
AKP bugünün çok karmaşık olan devletler arası ilişkilerinde beceriksiz
davranan parti görünümünde. Türkiye'yi AB üyeligine katmak için kolları
sıvamak başka, AB karşısında, Türkiye'nin büyük devlet politikası ile
bağdaşmayan bir şekilde, kendimize kapı kulu muamelesi yaptırmak çok
daha başka. Öyle görünüyor ki, AKP parti olarak, Turklerin duydugu milli
hisleri algılayamayan bir politik oluşum. Ya da en azından parti
yönetimi bu tür bir anlayış sergiliyor. Türban konusunda aslan kesilen
AKP yönetimi, diğer iç ve dış siyasi konularda 'uzlaşma' adı altında
devamlı taviz veren bir tutum içinde.
AKP kendi yetersizliğini biliyor ve kendini kurtarmanın yolunu ise
içeride ve dışarıda 'mazlum edebiyatı'na sarılmakta buluyor. İş sadece
Türkiye içinde mazlum edebiyatı yapmakla bitmiyor. Halk, şehitlerin
hesabının sorulmasını istiyor. AKP bu olaylarda suskun kalıyor, sanki bu
olay sadece TSK'yi ilgilendiren bir sorunmuş gibi davranıyor. "askerlik
yan gelip yatma yeri değildir" sözü kolay kolay unutulacak bir şey
değil. Bir başbakan bunu agzından kaçırmış olamaz. Eğer kaçırırsa, o
zaman yerini başkasına terketmesi gerekir. Başbakan'ın bu sözleri, onun
PKK terörü karşısındaki kendi aczini gösterir.
Askerler, Kuzey Irak'ı bir üs olarak kullanan PKK'ya karşı bir harekatın
başlatılması için hükümetden 'olur' istedi fakat, bu istek, hükümet
tarafından hiç sorulmamış muamelesi gördü. Günler geçti, nihayet
hükümet, askerler istiyorsa yapsınlar gibilerinden, yarım ağızla, sanki,
olacaklardan ben sorumlu olmam demek isteyen bir tutumla topu TSK'ya
atmaya çalıştı.
Bazı gazete yazarları ve politikacılar, AKP 'nin demokrasiyi korumaya
çalışan bir parti olduğunu bürokrasinin
(yani TSK, yargı..vs) ise bu partinin önüne türlü çeşit engeller
çıkardığını, böylece kendilerinin Türkiye üzerinde oluşturdukları
'baskıcı' (aynı zamanda 'demokratik' değil ama 'cumhuriyetçi')
düzenlerinin devamını sağladıklarını iddia ediyorlar. Bürokrasiye karşı
duran bu kesimler -Ulusta patlayan bombayı PKK üstlenmesine ragmen-
olayın böyle olduğuna inanmakta güçlük çektiklerini, aksine bu olayın
aslında tipik bir 'derin devlet' operasyonu olma ihtimalinin de
araştırılması gerektiğini talep ettiler. Bombalı saldırıları açıklamak
çok basit bunlar için; derin devletin alışılagelmiş bir oyunu. Bütün
amaç, patlayan bombalarla, demokrasiyi askıya almak, böylece
bürokrasinin 'kendi zemininin' ayakları altından kaymasına engel olmak.
Iste bu tür duygu ve düşüncelerle dolu olarak Farukgiller Konağına
vardım. O akşam birkaç arkadaşımız gelmemişt
i. Erden iki hafta önce talihsiz bir kaza geçirmişti ve tedavisi devam
ediyordu. Mehmet Türkiye ziyaretindeydi, Turgut, her zamanki işleri ile
meşguldu, Sonunda 10 kişiyi toplamasını bildik. ikişerden 5 takım
çikardık.
Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi, ziyafet köşesi yine dolup taşmıştı.
Acaba... önce yeyip, sonra mı oynasak.. . yoksa, yeme işini sonraya mı
saklasak... Hadi canım ne diye bekleyelim ki... Bu oyunu, turşuyla
salatalasak da mı oynasak yoksa, rakıyla mezelemeden mi batırsak diye
düşünürken, bir de baktık ki, dışarıda masa çoktan kurulmuş ve oyunlar
hakem kararı ile durdurulmuş, tantananın taa dibine dalınmış, hem
memleket hem de dünya her bir sorunundan teker teker arındırılmış bir
şekilde, sigaralar tüttürülmüş, arkaya yaşlanılmış ve meclisin oturumu
Atatürk döneminin hikayeleri ile açılmış bile.
Ben de yerimi aldım ve konuşulanlara ortak oldum.
Abdullah Gül'ün "Atatürk'ün hanımının da başı kapalıydı" vecizesi
hepimizi güldürdü. Abdullah Gül kimi inandırmaya çalışıyordu bu iddiasi
ile pek anlayamadık. Biliyorduk ki, Latife Hanım o zamanın en "Feminist"
kadınıdır. Latife Hanım'ın büyük kişiliği hepimizin takdirini ve
saygısını kazanmıştı. Ölümüne kadar, Atatürk ile olan ilişkisini bir sır
olarak korumuş ve bu konuda hiçbir tartışmaya taraf olmamıştır. Latife
hanım, kıyafet kanunu ile birlikte modern kadın görünümüne bürünen ilk
kadınlarımızdan biridir. Allah rahmet eylesin. Abdullah Gül'ün Latife
Hanım'ı türban konusuna katması kargalari bile güldürecek cinsten bir
davranış.
Sonra, laf geldi Atatürk'ün genç yaşta (57) ölümüne, İnönü ile olan
dargınlıklarına, hatta İnönü'nün Atatürk'ün bir çağrısına
'öldürülebilirim' korkusu ile gitmeyişine, Atatürk'ün ölümünün yakın
yıllarında İnönü yerine Celal Bayar'ı başbakan olarak öne çıkarmaya
çalışmasına, Türkiye'ye Amerikanın girmediğine ve fakat, Nato'ya
girmek için, Kore savaşı ile birlikte Amerika gelsin diye, Türkiye'nin
Amerika'ya kapılarını ardına kadar açtığına, böylece 1950'lerde
Türkiye'ye bir kere giren Amerika'nın bir daha da çıkmadığına, böylece
Rusya'dan korkan Turkiye'deki rejimin Amerika'nın kucağında aradığı
rahatı bulduğuna, ve en nihayetinde de, bu 'dost' Amerika'nın şimdi
kuzey Irak'da Türkiye ile çatışma içine girme olasılığına dair
konuşmalara geldi sıra. Konusup tartistiklarimizin gerisini de
asagidaki sutunlarda aktariyorum.
Bu kuzey Irak meselesi çok karmaşık. Irak'ın içinde bulunduğu durumdan
ayrı düşünülemez. Amerika, Irak'da bir batağın içine girmiş, nasıl bu
işten sıyrılırım diye uğraşıp duruyor. İran boş durmamış, Şiileri
destekleyerek, İrak'da kendi gücünü yaymaya çalışıyor. Sünniler'in
sayısı az. Kürtler, Amerika'nın yanında, Şiilere ve diğer dini gruplara
karşı Amerika'nın elinde bir koz. Zeten, kürtler Saddam döneminde bile
kendilerine saldırılar yapılırken bir araya gelip tek bir güç olmaya
yanaşmamışlardır. Ne Talabani, ne de Barzani kendi liderliklerinden
vazgeçecek insanlar değiller. Zaten ikisi arasında bir kan davası da
var. Amerika eğer Irak'ı terk edecekse, bu nu yaparken Irak'ın
kontrolunun da sünnilerin eline gecmesini tercih eder. Pekii
diyeceksiniz, iş bu durumda ise Saddam niye saf dışı edildi Eh..! O da ayrı bir "Made in America" hatası.
Amerika şimdi, olacakların en hayırlısı ne olabailir, bunun hesabını
yapmakta... Son günlerde Kuzey Irak sınırına yaptığımız askeri
yığınaklar, sınırda PKK ile çatışmalar, herne kadar dışarıdan Türkiye
ile Amerika'yı karşı karşıya getiren olaylarmış gibi görünüyorsa da, bakarsınız
iş döner dolaşır, Amerika'nın kuzey Irak'da Türkiye'yi de görmek
istemesinin ilk adımlari olarak ortaya çıkabilir. Irak'da kontrol İran
yanlısı Şiilerin elinde olacağına, sünni Türklerin elinde olsun, daha
iyi diyebilir Amerika.
Kimbilir, belki yillar sonra birileri çıkar ve anılarını ortaya döker;
bu işler, herkezin bilgisi dahilinde yürütülüyordu da diyebilir. Bakın,
Doğu Perinçek, nerden ve nasıl elde ediyorsa taa siyasete ilk başladığı
1970'li yıllardan beri, gazete ve dergilerinde, gizli servislerin
raporlarına benzer ayrıntılı bilgileri ortaya dökmek de çok başarılı
biridir. İsterseniz burada iddia edilenlere bir bakın ve
ne demek istediğimizi anlayın. İstediğimiz kadar, biz burada
vatandaşlar olarak birbirimize yüklenelim, olanlar ve olacaklar, çook
önceden birileri tarafından zaten senaryo edilmiş ve uygulamaya konulmuş
bile. Demekki... Öyle ortalıkta, dönüp dolaşan, gazete başlığı olarak
sayfaları dolduran her bir lafın arkasında koşturmayacaksın. İşleri bir
bileninden sorup soruşturacaksın. Kafanı kullanıp, sorular soracaksın,
en dogru cevabı bulmaya çalışacaksın.
Şimdi, biz size desek ki, Yahu be güzel kardeşim, hangi hava ihlalinden
bahsediyoruz, Amerikan uçaklarını biz incirlik üssünden kaldırtmıyor
muyuz. Zaten eski Genel Kurmay başkanı Özkök paşa söylemedi mi,
"Amerikan uçaklarının hava sahamıza girişleri bizim zamanımızda da bir
çok kereler oluyordu" diye. Şimdi değisen ne... Demekki, Kuzey Irak
sorunu için ateşe odun atmak da gerekli görünmüş olabilir.
Hani şu, içinde silahlarin ve roket atarların bulunduğu vagon güya
PKK'lılarca vuruldu ya, bu biraz gerceği yansıtmıyor gibi geldi bize.
İran'ın bu gizli silah geçirme faaliyetlerini Türkiye biliyordu ve bu
olaydan haberdar olduğumuz bir şekilde İran'in yüzüne vurulmalıydı.
Bugüne kadar, PKK'nin sırf bir vagon'a karşı saldırı yaptığını
duymamıştık. Tasadüf mü bu olaylar sizce.?
İşte böyle, Sünniler, Şiiler, Türkler, Kürtler, Araplar, şunlar bunlar
derken, laf döndü dolaştı, tarihler boyunca insan oğlunun savaşlar ve
göçler ile nasıl birbiri ile karışıp, kaynaştığına geldi. Tesadüfen
tanıştığımız Sırbistan'lı bir aile hemen hemen 100-200 kelime arası
Türkçe kelime kullanıyordu kendi dillerinde. Bunlar çoğunlukla,
bahçecilik ile ilgili olanlar, ev eşyaları, çoğunlukla da mutfak
eşyaları üzerine kullanılan kelimelerdi. Hatta, rahmetli Abdi İpekçi bir
yazısında Afrika'da Kenya'ya yaptığı bir gezide, oralarda kullanılan
Turkce/Osmal'ica kelimeleri duyunca yaşadığı şaşkınlığı anlatıyordu.
Gördüğümüz kadarı ile Türkçe kelimelerin bir kısmı Osmanlı'nın
yayılabildiği yerlerde halkın diline girebilmiş ve günlük hayatın
parçası olmuşlardı. Fakat arada şunlar da söylendi, bazı tarih
kitaplarında özellikle Balkan'larda yapılan savaşlarda, müslüman
nüfusun yüzde ellisinin tamamen imha edildiği anlatılıyordu. (Bu konuda
CumaBriç'in özel bir yazısı çıkarsa hiç şaşmayın..)
Tabii, turkçe kelimeler komşu ülkelerde kullanılıyor dedik ya, bizim de
turkce olduğunu sandığımız bazı kelimeler, aslında hiç de tahmin
edemeyecegimiz başka ülkelerin kendi dillerinden türkce'ye giren
kelimeler. Mesela musakka kelimesi. birçok kişi bunun bir yunanca kelime
olduğunu sanır. Halbuki bu kelime Rusça'dan türkçe'ye girmiş bir
kelime. Semaver kelimesi de öyle. Belki biz hafifden farklı bir şekilde
telaffuz ediyoruz bu kelimeyi (Rusça'da Samuva gibi söyleniyor) fakat,
kelime onlardan bize gelmiş.
Bugünlerde siyasi partilere gelip girenler de bir dolu, bir dolu, kayıt
kuyrukları aldı başını gidiyor. Türkiye'de ideolojiler, politikalar,
inançlar, prensipler öylesine alt üst olmuş ki, sağcı bildiklerimiz
solculuğa, solcu bildiklerimiz sağcılığa soyundular ve bir takım siyasi
partilere katıldılar, böylece siyasetlerini yeni çatı altında yapmaya
devam ediyorlar. AKP ve CHP bu tür yeni katılımların çoğunlukta olduğu
iki parti. AKP'de olmayan yok gibi. AKP'ye Merkez partisi deniyor ama,
siyaset yelpazesinin en bir uç noktasından, diğer en uç noktasına kadar
bildiğimiz isimler bu partiye geçme derdinde. Neresi merkez bu partinin
pek anlayamadık. Demekki, insanlar artık, aşirı uçdaki siyasetlerin,
Türkiye'nin başına bir dert olduğunu, günümüzde geçer akçenin artık,
siyasi odaklaşmalarda değil, içine aklın ve sağduyunun girdiği günlük
akılcı çözümlerin içinde olduğunu, bunun da illa bir ideolojik anlayış
gerektirmediğini anlamış oldular. CHP de bundan geri kalmak istemiyor ve
kadrolarının yüzde yetmişini yeni isimlerle değiştirmek istiyor. Tabii,
bütün bu yeni oluşumdan elbette güzel Türkiye'miz fayda görecektir.
Yeter ki, yeni isimler, doğru çözümleri üretebilen, bilgili ve becerikli
kişiler olsunlar.
Hangi partide oldukları o kadar onemli değil. Bak, Abdüllatif Şener'e
"Arkadaş, benden bu kadar" dedi ve AKP'nin üst yönetimi ile bağları
çözdü. Çünkü, keskin sirke kübüne zarardır ve bundan kimseye fayda
gelmez. Ya aklını başına toplayıp, ülkede tansiyonu yükselten politik
kavgalardan uzak kalacaksın, ya da geleceğin Türkiye'sinde yer almak
için, kendine kendin gibi taze bir bahar seçeceksin.
Gündemin konularını bu şekilde tartıştık durduk, sonra da masayı bir
güzel donatıp kendimize iyi bir kıyak geçtik. Bu arada, birbirimizin
yemek sahalarını ihlal etmeyi göze alarak, çatal ve kaşıklarla kolumuzun
uzanabildiği yere kadar uzandık ve zeytin, beyaz peynir, kaşar peyniri,
domates, salata, roka, turşu, acı biber, humus, yoğurt vesaire ne
varsa, hepsinden bir parça alıp tadına doyduk. Gerçi bu tür ihlaller
hemen her Briç akşamı oluyordu fakat, bu seferki biraz manşet olmak
zorundaydı çünkü, masaya konan mezelerin çeşitliliği, haşmeti ve lezzeti
bu sütunlara da başka türlü aktarılamazdı. Sizin de ağzınızı
sulandırayım dedim, değil mi ki, binlerce kilo metre ötelerden sitemizi
ziyaret etme nezeketini gösteriyorsunuz, kalplerimiz de bir, bizim
yaşadığımız hisleri sizler de yaşamış olun istedim.
Site dedikte aklıma geldi, Allah nazardan saklasın, bugünlerde sitemiz,
tıklanma rekorları kırıyor. Neden kırmasin ki vatandaş oturuyor PC'sinin
başına ve başlıyor İnternet'de site taramasına. Google'da yazıyor... "Türkiye'nin ve Dünyanın sorunlari"...
tak, karşısında CumaBriç (cremis) geliyor... Hele bir tıklayayım nedir
neyin nesidir bu insanlar diye merak ediyor... Bir başkası belliki
toplumun iştahlı kesimlerinden bir sade vatandaş, güclükle bir PC almış,
koltuğuna kurulacak, işin zevkini çıkaracak,... Yazıyor taramasında... "Tatlılar ve Tuzlular"...
haydaaa... tak, karşısında yine CumaBriç'i buluyor, niye bulmasın ki,
CumaBriç'de her sohbetin ayrı bir tadı var güzel kardeşim. Bunu
yapamayanlar, kıskananlar çatır çatır çatlıyor bizim sohbet ortamını
görünce. Gecen gün dikkatimi çekti, birisi taa Belçika'dan Google'a
girmiş, tarama yapıyor.... Yazmış oraya.. "Brisbane ve Türkler"
... tak, hemen CumaBriç karşısında.. Okumuş bir güzel yazdıklarımızı,
Brisbane resimlerine bakmış, bilgi edinmiş, sonra "CumaBriç
Toplantıları" na tıklamış, onları hatim indirmiş, Çevre ve Enerji
testlerine takılmış, 3,5 saat ekranin başından ayrılamamış. İste site
dediğin böyle olur... Okuyucusu ile birebir doğrudan iletişim kurabilen
ender sitelerden biri olarak, dünyanın hemen her yerinden ulaşılabilen,
hem bilgi alınan hem de kafa soğutulan bir site arkadaş bu, boru
değil... CumaBriç'çiler olarak sitemizle ne kadar övünsek azdır, bunu da
bilelim yani.
Eh iyi yedik,, tatlı konuştuk, bu arada oyunlarımızı da oynadık.
Karşılıklı kozlar, kontürler, sür kontürler, paslar, 7 sanzatular, iki
batmalar, bir deyip de altı sanzatü çıkmalar falan derken, oyunların
hemen hepsi neşemize neşe kattılar. Gerçi Tonguc, Kupa Ası ile Karo Ası
arasındaki şekil farkını gözden kaçırsa da önemli değil, zaten o oyunda
Tonguç ne kart atsa da farketmiyecekti, olay öylesine geçiştirildi, Oyun
kazananların şerefine, şaraplar tazelendi, çaylar demlendi. İşte, öyle
böyle bir Briç gecesini de yaşamış olduk.
Daha sonra da, saat gecenin 2'sine gelmişti, hadi artık vakti geldi dedik ve evlerimizin yolunu tuttuk.
FOTOĞRAFLAR
Aayyy...! Ne gereği vardi..?! Eh Hadi... Israr ettiniz, alayım barii. .!
7 Sanzatu iste böyle böyle deklare edilip oynanır..!
Bir kere daha gösterelim... Yan açıdan olsun...
Hayde Bre Aslanlarrr... şu dağlaraaa, düşman geleeee...!
|
0 comments:
Post a Comment