BiR SAHANE-i MUHTESEM YAZI TEKNiGi
İki
haftalık bir aradan sonra tekrar karşınızdayız. Nasılsiniz, keyifler
iyidir inşallah? Üzerinize afiyet ben acayip uykusuz ve yorgunum. Dün
geceki CumaBriç toplantısı sabahın 3'ne kadar sürdü ve kafam yere
düşmesin diye ayık durmaya çalışmaktan sırtıma ağrılar girdi. Galiba
biraz da içkiyi fazla mı kaçırdım ne, esnerken ağzımın açıklığından
dilim damağım kurudu, çeneme ağrılar girdi. Eve zor attım kendimi, topu
topu uyuduğum da 4 saat. Yani yorgunluğum henüz geçmiş değil... Yanlış
şeyler de yazmam mümkündür bu yarı hasta halimle.
Toplantı çok geç saatlere kadar sürdü sürmesine de, öyle
politika falan da konuşmadik o gece, ha... Daha çok teknik takıldık bu
sefer. Ne yani, Vatan illa politika yaparak kurtulur diye bir kural
yok. Türkiye'nin geleceği teknik durumlara açılım yapmaktan geçiyor
biraz da. Demokrasi ve Cumhuriyet elbette güzel şeylerdir. Hele hele
Laik bir Cumhuriyet en katmerli olanıdır.
İyi ama, kuzum, bu kadar yüce değerler birliği nasıl ayakta
kalacak..? Konuları teknik açıdan düşünen, tekniği yerel ve evrensel
olarak üretip insan hayatına katkıda bulanan kafaların yardımı ile
elbette. Nicelik değil nitelik meselesidir bu, neresinden baksan.
Bakın o Bilkent'li gençlere... Bunca politik curcunaya rağmen, kendilerini kapatmışlar laboratuvarlara, araştırmışlar, denemişler, ölçmüşler, biçmişler ve sonunda tarihe gececek bir buluş ile Türk'ün adını yüceltmişler. Helal olsun hepsine...
Ama tabii.. Bu madalyonun bir yüzü, parlak olanı, ışıldayanı... Diğer yüzünde ise durum içler acısı... ümitsiz vakıa...
Bakın size bir örnek vereyim...
Gördünüz mü bu video'yu..? (http://www.youtube.com/watch?v=TzLdq1vqlNc) Adam
gayet güzel takmış John Travolta gözlüklerini, beyazları da çekmiş
üstüne, saclar da biryantinli, caddelerde volta atıyor... Belli ki, etrafa caka satacak. Kılık kiyafeti ile, laik ve cumhuriyetci bir görünüm arzediyor.
Lakin, Çanakkale savaşlarinda, Ruslarla mi çarpıştık, Japonlarla mi
diye sorulan soruya da, Japonlar deyip geçiyor. Bir diğer genç, O
tarihlerde Cumhurbaşkanı kimdi diye sorulunca, Evren'di (Kenan) diye cevap veriyor. Üçüncüsü de ben bu işlerden anlamam, hiç sorma zahmetinde bulunma diye karşılık vererek, işi kesip atıyor.
Içler acısı değil mi... Üstelik bu vatandaş Çanakkale'de yaşayan
biri. Gün, Çanakkale zaferinin 90'ncı yıl dönümü. Uzaktan bakınca,
beyaz takım elbisesi ile laik oyların mührü gibi. Velakin, adamın ipi
ile kuyuya inemezsin. Laik ve Cumhuriyetçi gençliği temsil ettiğini
iddia edemezsin.
Şimdi bu adamın oyu ile o Bilkent'de başarının alasını ortaya
koyan arkadaşımızın oylarını nasıl bire bir sayıp aynı kefeye
koyabilirsin..? Gel de çık işin içinden. Acayyip teknik bir soru...
Cevap bulmak lazım...
İnsanların oy verme hakları onların okumuşluk düzeyleri ile
ilgili olamaz demekle olmuyor bu iş. O kadar basit değil, cevabını
düşünmeye kalksan, kafayı yersin... Ama sorulup, tartışılabilecek
sorulardan biridir bu
..!
Elbette hem okumuş olanımız, hem de okuma fırsatı bulamayıp cahil kalanımız da, hepsi bir arada bu ülke
nin insanlari.
Yanlış mı..? Değil... E... Sonra...
Nedir bu birlikteliği oluşturan insanlar olarak amacımız..?
Sahip olacağımız mutluluk mudur amaç, yoksa yapılması gerekenler üzerine duyduğumuz sorumluluklar mı?
4 metre karelik masanın etrafına doluşmuş insanlarin pekala, tartisabileceği bir konu bu. CumaBriç için
ideal bir tartişma kaynağı. Ve gayet tabii tahmin ettiğiniz şekilde bu konu tartışıldı da o gece CumaBriç'in
meclisinde.
Ortaya sorular atıldı... "Acaba Türkiye'nin son on yıllar içinde
iyiye mi yoksa geriye mi gittiğini ortaya koyacak, onun röntgenini
gösterecek bir ölçü var mıdır, varsa nedir..?"
Elbette insanların satın alabilirlik gücü, Gayri Safi Milli
Hasıla(GSMH), üniversitelerin bilimsel üretkenliği, Uluslar arası
müsabakalarda ortaya konan başarılar falan birer ölçü oluşturuyorlar
ulkelerin performansını göstermek için. Fakat, bunlar yeterli mi..?
Ülkelerin, insanlarının mutluluklarının ölçüsü nedir.?
Dedik ki.. Anket yapılır, titizlikle seçilmiş sorular sorulur, insanlardan bu konuda gerekli bilgi toplanır.
Anketler, doğrudur, yalandır, eksiktir, fazladır diye tartışıp, konunun üstune gittik.
Haa..! O zaman da, en iyi anket seçimdir sonucuna vardık.
Hiç bir şekilde, temelli temelsiz, abartılı abartısız mansetlere gerek duyurmayan, gerçeği 'şak' diye
ortaya seren bir ankettir seçim. Seçim'den ortaya çıkan ne ise, o aynen ülkenin röntgeni demektir.
Pekiy, ne olacak bu seçimde? Şimdiden birşey söylemek zor,
herşey olabilir. İnsanlar, yazlıklarında oy
kullanırlarsa, tatil kasabası ve illerinde az sayıda milletvekili
çıkarıldığından, verdikleri oylar fazla işe yaramaz. Esas, ikamet
ettikleri yerler İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerler ise, oralarda oy
kullanmaları daha iyi olur çünkü, o şehirlerde seçilecek milletvekili
sayısı çok cok fazla diğer illere göre.
Boşverdik bu konuları, oluruna bıraktık. Başka konulara daldık,
sonra ilerki satırlarda göreceğiniz üzere, dönüp dolaşıp tekrar benzer
konulara daldık.
Bu arada, toplantının başlarında, son birkaç gündür sitede yayınladığımız "Çevre ve Enerji" konulu bilgi testinin (şu meşhur "Pop Quiz" dedikleri türden) yarattığı ilgiye ve sebep olduğu yoğun eleştirilerine yer verdik.
Efendim, sorulara baktıysanız göreceksiniz ki, ilk grupdaki Watt
ve KiloWatt bilgisini içeren sorular mühendislik alanından gelmeyen
okurlar için birçok soru işaretlleri yaratıyordu. Eleştirilere göre bu
sorular ayrı ek açıklamalar gerektiriyordu soruda neyin sorulduğuna tam
açıklık kazandırmak için.
Bu konu çok tartışıldı, özellikle Celal ve Ekrem, soruları
hazırlayan Halim'den Watt'ın ne olduğunu değil ama nasıl ölçüldüğünü
anlamaya çalıştı. Celal'in sorularına karşilık başkaları başka başka
sorular sordu, Halim gittikçe konuyu daha derinleştirdi, Sorunun gün,
ay, yıl gibi herhangi bir zaman dilimi ile alakası yok dedi, soruda hiç
kilowatt-saat'dan bahsedilmiyor dedi, Celal olmadı baştan bir daha
sorayım dedi, Halim bu kez yavaş yavaş ve kelimelerini dikkatle seçerek
daha anlaşılır halde açıklamaya çalıştı, 20 Watt'lik ampulu birim olarak
alırsak insanin tükettiği elektrik enerjisinin karsılığı kaç ampul olur
dedi, soruyu da buna göre cevaplamak gerekir dedi, Celal bununla
yetinmedi, ben anlamadım dedi, sorusunu tekrarladi, başka anlayan varsa
çıksın ortaya dedi, kimse çıkmaya cesaret edemedi, birisi el kaldırdı mı
tam belli değildi, fakat Faruk ve İbrahim mühendisliklerini
ispatladilar; çaresiz, anlamayanlara tebessümle baktılar, galiba o an
saat 9:30'u mu ne gösteriyordu, soğuyan çaylar tazelendi, sonra hep
birlikte tekrar sorular soruldu ve nihayetinde Halim soruda sorulan
şeyin ne olduğunu enine boyuna açıkladı.
Ben şimdi burada Halim'in soruya getirdiği açıklığı elbette
ifade edebilirim ama, paragrafım yetmez, zaten asabım da bozuk, olacak
bu ya.. bunca iş arasında, siteye ait bir sistemde arıza çıktı, bir
yandan da onu tamir edecem diye uğraşıyorum, zamanımı çaldi, planlarımı
bozdu. Yorgunluğuma yorgunluk kattı. Yani... Siz en iyisi, Siteye bir
email atın oradan da Halim size tam bilimsel olarak açık seçik cevabını
versin. Olmazsa da bir başka boş zamanımda konuyu tekrar ele alırım,
şimdilik diğer konulara hızlı bir geçiş yapayım.
Bizim Mehmet Kizil, University of Queensland 'de Madencilik
fakütesinde öğretim üyesidir, Doktor'dur. Çok çalışkan biridir Mehmet.
Uzun yıllar, fakültenin hemen her işini üstlenmiştir. Kendisi aslen
Mardin'lidir. Ağa çocuğudur, ama bunu hiç belli ettirmez, şımarmamıştır.
O gün, Mehmet'in mutlu günlerinden biriydi. Yaklaşık 500 -
700 kişilik öğretim üyeleri grubundan seçilen ve öğretim üyesi olarak
'Mükemmel Ögretici' ünvanı ile onurlandırılan 7 kişiden biri olmuştur.
Burada, durup
Mehmet'in hakkını vermek lazım.
Helal olsun diyoruz ve kendisini bir kere daha kutluyoruz.
Efendim, ben bugünlerde siteye haber malzemesi toplamak için
harıl harıl Türk haber sitelerinde taramalar yaparken, dikkat ettim,
bazı köşe yazarları (mesela en belirgin örneği Hürriyet'de Bekir Coşkun,
Vatan'da Necati Doğru) olayları öylesine kısa cümlelerle anlatıyorlardı
ki yazılarında, benim burada üç satırda yazdığım cümleler onlarda üç
paragraf haline dönüşüyordu. Hatta cümleler bir paragrafta başlayıp
diğerinden devam ediyordu... Garibime gitti. Az ve öz fakat etkili bir
hitap şekli olsun derken, kurulan cümlelerin anlam bütünlüğü yerlere
saçılır hale geliyordu... Belki dedim, olması gereken budur da biz
bilmiyoruzdur... Belki de gerçekten, iyi köşe yazarlığı, üç kelimeyi, üç
paragrafa taşımakta yatmaktadır.
Hadi hayırlısı dedim... Bir de ben şu işi deneyim, bakalım
beğeni toplayacak mi dedim. Ben yaparım, sonra da geriye doğru yaslanıp
uzak mesafeden gözlerim dedim. Bunu bütün öğleden sonra tekrarlaya
tekrarlaya kendime cesaret aşıladım.
İşte şimdi, aynen bu yazıda, bundan sonraki satırlarda yeni yazı yazma tekniğini sunuyorum...
Beğenmezseniz, canınız sağolsun, tecrübesizliğime verin...
Beğenirseniz de, çiçek göndermeyin lütfen. . Allah razı olsun, gönlünüzden ne koparsa, gidin, düşkünler
yurduna bağış olarak verin.
Haydi bakalım... Başlıyoruz...
******************************************
Mangal etrafında, yoğun tartışmalar sürerken, elbette...
Bir kısmımız içeride Briç ile meşgüldük...
Ama ne Bric....
Önce,
Kağitlar çekildi, ortaklar belirlendi,
Beş takımın ortakları,
Kıran kırana, acımasız bir oyunda, mutlaka kazanma gayesi ve inadıyla...
karşı karşıya duruyordu.
Bizim takım hızlı başladı.
Dakikasında,
altı sinek çıktık... Sinek bize uğurlu, geçen hafta da 5 sinek çıkmıştık...
Biz çiktık mı iyi çıkarız. Batırdık mı da...
Yeri göğü sallarız...
ve aynen de oyle oldu...
Yarattığımız rüzgar,
Mangalın ateşini boğdu.
Sonra dört pik çıktık,
şakır şakır da enpasları attık.
Oyunların sonunda her öbür takımın,
Boyunun ölçüsünü aldık.
Zaten...
Başka türlüsü de.. Düşünülemezdi.
Hasımlar ofladılar, pufladılar,
Çok uğraştılar, araya girip el yükselttiler.
Ama ne oldu..?
Bütün oyunları suya düştü.
Bize en yakın ikinci olan takım,
üç puan geride kaldı.
Oyunlar oynandı, zonlar bağlandı, kazanan sevindi, kaybeden iyi el gelmedi dedi...
Böyle böyle, oyunlar bitti, saat gecenin ikisine geldi.
Sırada, tartışılmayan başka konular vardı...
Ya Bismillah dedik, sırasıyla tekno-politik konulara girdik.
Bu arada, hep teknotratlardan oluşan bir hükümet isteyen Serdar Turgut'u andık.
Enerji üretilirken, kullanılan malzeme nükleer mi olsun, kömür mu olsun, yoksa jeotermal mi diye bir soru ile söze başlandı.
.
Kamuoyunda tartışılmayan, sözü edilmeyen, bilinmeyen teknik bilgileri bilenlermiz bir bir anlattı, bilm
eyenlermiz de dinledi.
Bunlardan en ilginç olanı, artık madde olarak ortaya çıkan karbondioksidin atmosfere salınmadan, havayı kirletmeden, tekrar gerisin geriye toprak altina gömülmesi üzerine yapılan çalışmalardı.
Bu yapılmadığı taktirde, 24 milyar ton karbondioksit soluduğumuz havaya bırakılıyordu.
Çok pahalı bir teknikdi,
öylesine pahali ki...
Nükleer enerji üretiminde harcanan paraya...
Yakın bir miktardı.
Eh, madem, hükümetler için bu teknik pahalı bir çözüm şekli oluyor,
o zaman, neden,
evet neden..?
Aynı masrafa sahip Nükleer Enerji üretiminden vaz geçiliyordu...
Tam tersine...
"Enerji üretimi Nükleer olmasın, pahalıdır" tezini işleyen raporlar, hükümetlere sunuluyordu..?
Hükümetler de karar verirken,
İki arada,
bir derede kalıyordu.
Seçim zamanı gelince de, olan...
Hükümet partilerine oluyordu,
karşı görüşçüler, bu konuyu iyi işliyorlardı
Tabii... Kendileri başa gelirse de,
anında, yan çizip,
aynı politikaları...
sanki daha önce hiç karşı çıkmamışlar gibi...
aynen...
tereddütsüz, harfi, harfine...
uyguluyorlardı.
Söz hükümet etmekten açilmışken, CHP-DSP'nin
ne gibi bir hükümet programı vardı, belli değildi...
Hangi konularda, hangi açılardan, hangi farklı bakış açıları ile,
sorunları çözeceklerine dair,
bir belge ve açiklama yoktu.. Şimdiye kadar Avrupa Birliği karşıtı gibi izlenim veren CHP,
ağız değiştirmısti,
şimdiden, AB ile aynen kaldığı yerden devam diyen bir söyleme girmişti.
Madem partilerin sorunlara yaklaşımlarında çözüm üretme açısından derin bir farklılık yoktu...
O zaman,
bu partiler kitleleri kendilerine nasıl çekebileceklerdi..?
İşte dedik, CumaBriç gediklileri olarak,
Mesele...
Hangi partinin, Orta Sınıfa, daha fazla hitap edebileceginde yatıyor.
İster CHP-DSP olsun,
İster AKP olsun, İster MHP ya da DYP-ANAP (yani DP, veya YDP) olsun...
hepsinin önündeki esas mesele, orta sınıfın isteklerine cevap bulabilmek
Bu yüzden AKP,
imajını değiştiriyor.
Her kesimden yeni yüzlere, yeni aday adaylarina yer veriyor,
Sanki AKP, bu oyunu...
daha akıllı oynuyor.
Solda ise durum, biraz farklı,
Sol,
Birleşme çabaları içinde, zaman kaybederken,
kendini yıpratıyor,
yoruluyor...
Birleşme ile ilgili olarak...
Başı açık, Laik, Rahşan hanımefendi,
Sezer'e,
"Hakkımı helal etmem" deyip, fetva veriyor..!
Sanki, durum öyle görünüyorki,
Bu pilav, daha çoook su kaldırmaya münasiptir...
Ve... Olan....
Mitinglerde, "Birleşin" diye haykırmakdan dilinde tüğ biten...
Laiklere olmaktadır.
Onlar...
belki bu zoraki birleşmeden mutlular...
Fakat, Demirel'in meşhur sözüyle, bu birliktelik acaba...
Salt, hükümet olmakla değil,
"muktedir hükümet olmakla"da bitecek midir?
İşte olağan CumaBriç toplantımızın sonlarına doğru, bu tür derin konuları tartıstık, ve...
10 kişi o gece,
3 kilo mandalin,
12 adet, yanarak kömür haline gelmiş, sütlü mısır, 5 kavanoz çekirdek, fıstık, nohut ve benzeri türde, kalbe fena halde faydası dokunan yemişler, Bir kap dolusu şekerli kurabiyeler ile, Her biri, avuç içi büyüklükte, katmerli baklavalardan,
afiyetle...
yedik.
galiba...
10 şişe de...
şarap içtik,
Sabaha karşı saat 3'de de...
Geceyi bitirdik.
FOTOGRAFLAR Oho... Bu neki.. Bu mangal daha coook odun alir.. Aksam serrriflerinizzz hayyirrrli olsun, beylerrr...! Yerden mi gelsek, elden mi... iste butun mesele bu..! Celal, kontur cekme islerine bayilir... Al bi tane daha... Buyrun Abim... Oyle mi... Tabii... Hemen Abi... Derhal Abi... Oglum Nurettin... cek abime ordan 10 kozlenmis misir... And.. The Winnneerrrr issssszz... (tatataaammm) Dr. Mehmet Kizillllll.... (alkislar, alkislar, alkislar..) Misirlari Dursun'a soylemisiz... Caresiz... Kendi misirimizi, kendimiz kozledik... Mehmet toplamis puanlari yine belli oluyor... gayet kendi halinde bir oyun... |
Home »
CUMABRiC TOPLANTILARI
» 18 Mayis 2007 CumaBric Gecesi
18 Mayis 2007 CumaBric Gecesi
Posted by Unknown
Posted on 5/18/2007 04:46:00 pm
with No comments
0 comments:
Post a Comment