Home » » 4 Mayis 2007 CumaBric Gecesi

4 Mayis 2007 CumaBric Gecesi

Öz-CumaBriç SiTESiNi KURMA KOMPLOSU ve AKP MUAMMASI

Eveet dostlar, geçen briç toplantımızdan bugüne kadar olan iki haftalık süre içinde Türkiye'de çok dramatik olaylar yaşandı...

Türkiye'mizin ele avuca sığmayan, genç ve demokratik siyasi arenasının, bir gece ansızın geliveren ve bu sefer tam anlamıyla özde değil ama yalnızca sözde 8.2 şiddetine sahip bir 'askeri-darbe' dalgası ile sarsılarak, önce şöööyle bir sola, ve sonra da sağa doğru yalpalanıp silkelenişine, ama herşeye rağmen, hiç de yıkılmadan, sadece hafif çatlaklar ve sıyrıklar ile ayakta durabilme kabiliyetini göstermiş olmasına yüreğimiz ağzımıza gelerek, hayretler içinde, hep birlikte şahit olduk. Fakat, Allah'a şükür ki, bu badire de en zayihatsız şekilde atlatılmış oldu veya en azından şimdilik biz öyle olduğunu kabul etmiş durumdayız.

Deyim yerinde ise Türkiye'de Cumhuriyetin Laik'lik prensiplerinin çivisi çıkmak üzereydi. Ordu da şimdiye kadar nasıl davrandıysa aynen öyle davrandı ve gerekli balans ayarlarını yaparak oynayan çivileri iyice çıkmaktan alıkoydu. İyi ki, Yetti artık ulan... Dağılın... O çivileri tek tek söker, yerlerine yenilerini çakarım demedi.

O çivilerin yerinden oynamasına seyirci kaldığı iddia edilen hükümet de gayet soğukkanlı bir tavırla, aslında en iyi çivilerin halkın elinde bulunduğunu, başka tür çabalara gerek duyulmadan yapılması gereken şeyin, doğrudan doğruya halka gitmek olduğunu, bu çivileri halkdan istemek olduğunu ve halkdan alınacak yeni çivilerin gerekli yerlere çakılması ile yapının sağlamlaştırılmasının gayetle mümkün olduğunu bütün dünyaya ilan etti.

Acaba, halkın elinde gerçekten gereksinimi duyulan çiviler var mıydı yok muydu... Ve varsa eğer, o çivilerin hangisinin, ne kadarının, nasıl iş görebilecekleri de ayrı bir tartışma konusu olarak gündemi işgal etti.


Bilen bilir... Eskiden olsaydı bu 'kodumu oturtan' türünde ayarlamalar sırasında, her yeri toz ve duman bulutu kaplardı. O hezeyanın içinde kaçışmaya çalışanlar ise, kendilerine yol açma derdi ile birbirinin gözünü, kaşını patlatırlardı, hatta içlerinden bazıları da kim vurduya giderdi.

Demekki, siyasilerimiz ve 'balans ayarcılarımız' artık bu işlerden epey bir tecrübe kazandılar ve eskiden gösterdikleri acemilikleri artık göstermez oldular. Herşey gayet temkinli bir şekilde, paniğe kapılmadan yürütülmekte ve uygulanmaktadır. Taraflar, aynen bir satranç oyunu oynar gibi usulca ve kararlılıkla taşları yerinden oynatmakta ve ortalıga kaş, göz kırpıp, çeşitli vücut dili yöntemleri ile birbirlerine mesajlar göndermeye çalışmaktadırlar.


Kerkes Bilsin ki

Yaşanan politik süreç iyice ortaya koymuştur ki, askerlerimiz, laik cumhuriyetimizin bekçisidirler ve en büyük temınatıdırlar. Aynı zamanda iyi bir Internet kullanıcısıdırlar. Artık asker demek top, tüfek, tank demek değildir. Günümüzün on-line silahları ile az atıp çok vurmak çok daha olası bir şeydir. Askerlerimiz de bu gücün bilincindedirler. Genelde askerlik hizmetinde aceleye getirilerek yapılan taktık ve planlar hezimet ile sonuçlanırken, günümüzün hızlı internet çağında alel acele çiziştirilen emir ve duyurular tam tersine çok daha başarılı sonuçlar üretmektedir.

Türkiye'de siyasi partilerin ise, askerlerin balans ayarı yapma niyetlerinden hiçbir zaman vaz geçmiyecekleri gerçeğini kabullenmelerinde fayda var. Kendilerine biraz çeki düzen verip, şöyle bir aynaya bakmalıdırlar. Kendilerine şunu yüksek sesle söylemelidirler: Hakimiyet kayıtsız Şartsız medeni bir Türkiye görmek isteyen balans ayarcılarınındır. Bu ayarcılar ordu da olabilir, meydanlara sığamayan laik halkın kendisi de olabilir. Eğer siyasilerin bir kısmının, medeni bir Türkiye'nin oluşumunu engelleyecek hal ve hareketleri olursa, bu hal ve hareketlerinin, çok sürmeden, önce Türk Sılahlı Kuvvetleri'nden ve sonra da Laik halk kesiminden geri tepmesi kaçınılmazdır. Bu artık iki iki daha dört eder gerçeği gibi açık ve yalındır. Bunu zorlamanın da kimseye faydası yoktur.



Ben işte bu duygu ve düşuncelerle dolu olarak arabayı sürerken baktımki Farukgiller'in konağına çoktan varmışım bile. Gördümki herkes benden önce gelmiş, yerlerini almış, şaraplarını yudumlamış, ve hatta neredeyse ilk bardakları bitirmek üzereler, hoş geldin beş gittin faslından sonra ben de şarabımdan demlenmeye başladım ve CumaBriç üyelerimizin sohbetlerine katıldım.


Benim tahminimin aksine herkes çok sakin ve huzurlu görünüyordu, sanki hiç bir şey olmamış gibi Beşiktaş Fener meseleleri konuşuluyordu. Demekki aslında konuların öneminde spor en öndeydi, siyaset de biraz geriden geliyordu, belki de içimiz dışımız tıka basa siyaset dolduğundan kafaları dağıtmak için biraz farklı alanlara kaymayı içgüdüsel olarak tercih etmiştik. Fakat bunda yanıldığımı daha sonra anladım, meğersem fırtınadan önceki sessizlik hakimmiş duruma, bilememişim.

Ben acaba hangi konuyu neresinden açsam diye düşunürken kağıtlarin seçimi ve ortakların dağılımı yapıldı. Oyunlar başladı, ben üçüncü takımdaydım ve toplam beş takım vardı, böylece dışarıda sıramızı beklerken ister istemez de 'önemli' konuların harmanlanmasına başlamış olduk. Yapacak başka da birşey yoktu zaten.

Birimiz bir yorumda bulundu; ilk defa bir hükümet askerlerin muhtırasına eyvallah çekmeyip, aksine onlara karşı durmuştu. Hodri meydan deyip halkın bilgisine başvurmayı tek çare olarak getirmişti. Aslında bu hükümet için puan kazandıran bir hareket oldu çünkü zaten meydanlar haftalardır, hükümetin istifa etmesini, yeni seçimlerin yapılmasını talep eden insanlarla dolup taşmıştı. Hükümet de bu kartı gördü, madem öyle işte böyle dedi ve Abdullah Gül'ün adaylığından geri adım atmadı, böylece karşılıklı güç gösterisi yeni bir boyuta ulaşmış oldu. Bu arada askerlerin muhtırasını kaleme alan köşe yazarının kim olabileceği konusunda medyada yapılan akıl yürütmeler konuşuldu, galiba Serdar Turgut artık ben de bir muhtıra yazarı olabilirim diye ortaya çıkıyordu, muhtıranın alel acele ertesi güne kalmadan yazıldığı tartışıldı, görünüşe bakılırsa birçok açık oturumlarda ve verilen demeçlerde "sözde değil özde" tekerlemesi alay konusu olmaya başlamıştı, yani askerlerin iyi niyetle ve tam bir ciddiyetle yaptıkları açıklamalar mizaha katkıda bulunmuştu, işin artık suyu çıkmıştı ve günümüzün karmaşık politikaları içinde söylenenlerin, edilen lafların ucunun nereye varacağı kolay kolay tahmin edilemez olmuştu.

AKP nedir

AKP'nin ne olup ne olmadığını iyi analiz etmeye çalışanlarımız AKP'nin üç yüzünün olduğunu söylüyorlardı. Arınç ve ekibi Milli Görüş grubunu oluşturanlardı. Erbakan'nın AKP içindeki gizli ya da açık bir uzantısını temsil ediyordu. Bu AKP'nin en korkulu ve bağnaz birinci yüzüydü. İkinci yüz ise Abdullah Gül'ün başını çektiği muhafazakar yapıya sahip Anadolu sermayesi idi. Genelde modern bir görünüm arzediyorlardi, bağnaz değillerdi ve Anadolu'nun yükseldiği değerler içinde geleneksel olanı korumaya çalışıyorlardı. Üçüncü yüzde ise Tayyip Erdoğan vardı. Bu ilk iki yüz arasında denge unsuru olmaya çalışıyordu. Her diğer iki yüzü de memnun etme gayreti ile bütün tavizleri veriyordu.

Diğerlerimiz buna karşı çıktılar ve dediler ki; AKP'nin yaptığı atamalarda nedense hep türbanlı hanımların eşlerinin tercih edilmiş olması ve yapılan çesitli ihalelerde doğrudan doğruya türbancıların kazanıyor olması AKP'nin gerçekte tek bir yüzü olduğunu gösterir.

Haklılık payı vardı tabii bu görüşün, fakat bunların aslında AKP'yi korkulu bir ucube olarak görmeye yetmediği de tartışıldı. Aslında, dedi Halim, AKP yaptıkları ile değil yapacaklarına inanılan şeyler için korkulan bir parti durumunda.

Buna rağmen halka güven vermekte zayıf düştüler, kaygıları silecek hareketleri yapamadılar, özellikle Arınç'ın durup durup ortaya yeni incileri ile çıkışlar yapması ve ortalığı bulandırması AKP'yi iddia ettikleri gibi merkezci ve muhafazakar demokrat bir parti olmaktan uzak tuttu. Sonunda da askerin balans ayarlaması yapma durumu ortaya çıktı. Gerçi eğer asker yönetime gelseydi ekonomi allak bullak olmaktan kurtulamazdı ve belki de Türkiye'yi iktisaden gerilere götürürdü ama irtica arayışındaki siyasi grupların elinden Cumhuriyeti koruma görevini de hiç düşünmeden yerine getirirdi.

Çeşitli örnekler verildi Türkiye'de halkın yavaş yavaş din baskısı ile sindirilmeye çalışıldığı üzerine. En belirgin örnek Denizli şehri oldu. Denizli, bir zamanlar, Ege bölgesinin kalkınmış yörelerinden biriydi ve insanlar gayet modern yaşam sürüyorlardı. Fakat artık Denizli'nin sokaklarında kadınlar özellikle kapalı örtülere bürünmüş ve eski modern giyim tarzından oldukça uzaklaşmışlardı. Aslında kafayı karıştıracak durumlar da yok değildi. Mesela, Mardin'de Ramazan ayında bile, lokantalarda öğle yemeği yediğinizde kimse size karışmazken (üstelik Mardin Belediyesi AKP'nin elindedir), PKK yanlısı belediye başkanına sahip Diyarbakırda ramazanda öğle yemeği yemenin mangal gibi yürek gerektirdiği de bilinmektedir.

Masaya Atılan Yorumlar

Yani anlıyacağınız iş geldi yapılan askeri darbelerin gerekli olup olmamasına dayandı. Özellikle 12 Eylül'den örnekler verildi. Ülkede sokak çatısmalarında kan gövdeyi götürürken bir gecede gelen darbe ile bu çatışmalarin hepsi bıçak gibi keşilmişti. İyi de olmuştu, insanlar sokakda işine gidemez, öğrenciler okuluna yürüyemez olmuştu 12 Eylül sabahına kadar. Tabii bu alabildiğine derin bir konuydu ve takdir edersiniz ki, bu derin konuyu deşmemek CumaBriç üyelerine hiç yakışmazdı, aldı ortalığı bir karşılıklı söz düellosu. İşte bu sessizlikten sonra ani bir şekilde bastıran fırtınanın ilk konusu olmuştu.

Kimse kimseyi inandıramadı tezlerinin doğruluğu konusunda, darbeler gerekli miydi, gereksiz miydi, darbelerin hazırlanması planlı mı olmuştu, yoksa kendiliğinden bir hareket miydi, ülke darbe öncesi o duruma doğru yavaş yavaş bilinçli olarak yönlendirilmiş miydi, yoksa asker sivillerin beceriksizlikleri karşısında çareyi yönetimi ele almakta mı bulmuştu, yoksa asker geri planda olağanüstü hal ilanı ile zaten yönetimi elinde mi tutuyordu, darbe sonrasında yapılanlarla darbenin inandırıcılığı kabul görebilmiş miydi, yoksa cumhuriyeti koruma maksadı altında halka karşı bir hareket miydi, neden askerler sivil siyasilerin, sabah akşam memleketin içine etmelerini uzaktan seyretmekle yetinmelilerdi ki, aylarca bir cumhurbaşkanını seçememiş meclisin hangi demokratik tarafı savunulabilirdi, darbe mutlaka olmalı mıydı, yoksa seçim gününe kadar bekleyip, seçim gününde oy verme yoluyla, sorumlu iktidar, hükümet etmekden alaşağı mı edilmeliydi, Cumhuriyet mi korunmalıydı, yoksa demokrasi mi sağlamlaştırılmalıydı, Fettullah Gülen'in YouTube'da yayınlanan video'larının açıkça ortaya serdiği gibi içden içe sinsi ve planlı bir devleti ele geçirme hareketi miydi AKP'nin yaptıkları ve yapacakları, eğer yeni yapılacak seçimlerde sağ ve sol partiler (Özellikle Sol partiler) birleşemezlerse AKP tekrar güçlenmiş olarak başa gelmesi mümkün olabilir miydi, başa gelirlerse Abdullah Gül tekrar Cumhurbaşkanı adayı olarak seçilebilir miydi, acaba askerler de bu olaya hiç müdahale etmezler miydi, ederlerse O zaman hakimiyet, Kayıtsız Şartsız neyin nesi olarak tanımlanırdı, AKP'nin türbanla atadığı kişilerin başinda bulunduklari kurum ve kuruluşların başta üniversite çevreleri tarafından yanına yaklaşılmaması gereken yerler olarak görülmeleri, ve oraya iş yapmak amacıyla yakınlaşmaya çalışanların önce durup iki defa düşünüp sonra da birilerinin haklarında olur olmadık bir şekilde laf çıkarmaları korkusu ile bundan vazgeçmeleri hangi haklı nedene dayanmaktaydı, insanları suçlamak kolay ve ucuzdu, herkesin eleştirilecek yönleri mutlaka bulunurdu, insanlar yerine sistemlerin sorgulanmasının çok daha hayırlı bir iş olacağı üstüne basa basa dile getirildi, insanları suçlamakla toplumda suni bir gerilim ve gruplaşma yaratıldığı ve bunun ülkeye bir fayda asla sağlamadığı, demir yumruk Putin yönetimi altındaki Rusya'nın son zamanlarda intihar vakıalarında başı çeken ülke olmaktan kurtulamadığı gibi konuların hepsi yüksek seslerle tartışıldı tartışılmasına, fakat sonuçta kimin haklı kimin haksız olduğu sorgulanmadı pek.

Herkes kendi söylediğinin doğruluğuna inanmıştı ve içini gayet güzel dökme hakkını kullanmıştı. Bu da gösteriyordu ki, aslında üzerinde anlaşabildiğimiz konular genelde birilerimizin çok iyi bildiği ve diğerlerimize ders verir gibi aktarmaya çalıştığı olaylarla sınırlıydı. Bunlar da genellikle teknik konular falan oluyordu. Iş dönüp dolaşıp bilinen siyasi ve tarihi olayları yorumlama noktasına gelince, hepimiz bildiğimizi okuyorduk. Yani aslında Türkiye'de gazete başına Çin ordusu kadar köşe yazarı düşmesinin sebebi boşuna değildi. Türkiye'de her Allah'ın günü sürü sepet olay oluyordu, olaylar çoktu ve her olay için, hane başına ayrı bir yorum üretme geleneğimiz vardı.


FOTOĞRAFLAR

Erden durumdan memnun, Tonguc'u batirmaya niyetli















Vesikalik da foto cekeriz beyler, buyrun...















Himmmm, ssuussshhhh..! Aman Yavas..! Masada oyun var















Halim bir sinek deyu, ben bir Sanzatu ile cevaplayu..
Halim ziyadesiyle hemen, 5 sinek deyu ve oyunu son eyleyu...















Iste gozlerinizi yasartan bir tablo.
CumaBric meclisinin üyeleri toplu halde
Ayaktakiler: Halim, Ekrem, Faruk, Ibrahim, Bulent, Erden, Celal beyler
Oturanlar: Tonguc, Mehmet, Turker, Guven beyler















Mehmet ve Tonguc beyler, meclisin bahcesindeler
Öz-CumaBriç sitesini kurmak için komplo mu kuruyorlar nedir..?!

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.