Bir
kere daha tekrarlıyorum. Vallahi ve Billahi de CumaBriç grubu olarak
kendimiz için bir şey istiyorsak namerdiz. Bunu da bilin yani.
Hernekadar, maksadımızın yarısı Briç oynamak ise diğer yarısı da Vatan
Millet Sakarya edebiyatı ile dolu görüşlerin teatisidir gibilerinden bir
manifestoda bulunduysak da kendimizi tam olarak ifade edemediğimizi
görmüş oldum bu akşamki toplantımızda. Aslında, bizim amacımız tek ve
birmiş de bilememişiz güzel kardeşim. Bu amaç, sadece ve sadece Vatan
Millet Sakarya imiş. Briç oynamak olayın bahanesiymiş. Evvelki
oyunlarımızda takımlardan biri oyunu batırdığında ortaklar birbirinin
gırtlağına sarılırdı tabiri caizse, şimdi artık böyle bir asık suratlı
ciddi görüntüler sergilenmiyor . Oyunu batıran oyunu batırdığı ile
kalıyor, diğerlerine de üstüne buzlu su içmek düşüyor. Bir iki
mırıldanma oluyorsa da, o kadar mırıldanma kadı beyinde de olur misali
gülünüp geçiliyor.
Ey güzel Allahım, sen nelere kadirsin Yarabbim... Şu CumaBriç üyelerinin
de birbirlerinin kötü oyunlarına rağmen tolerans ile davranmalarını
sağladın sana şükürler olsun. İşte Demokrasinin alabildiğine uygulanıp
hayata geçirildiği küçük bir örnek size. İşte Vatan aşkının, insanları
nasıl bir arada tutabildiğinin açık göstergesi. Grupda hepimiz, bir
diğerimizin iyi niyetine inaniyor, herkes herkesin görüşüne saygı
duyuyor, laf edenlerimiz boşa laf etmemeye çalışıyor, hadi dilimiz
sürçttü ve ettik diyelim, karşılığında kimse sen git, kumda oyna
demiyor, dili sürçen de öz eleştiri getiriyor. Birimiz sesini
yükseltmeye başlasa, diğerimiz alttan alıyoruz, sonra sesini yükseltme
sırası ona geliyor, işte öyle böyle kimse kimseye gözünün üstünde kaşın
var demeden uyum ve anlayış içinde meclis oturumlarının birini kapatıp
diğerini açıyoruz.
Sakın ha, sanmayın ki, CumaBriç üyelerinin
hepbir ağızdan aynı lafı konuşup herşeye "Doğrudur" deyip kafa sallayan,
"Eyvallah" çeken insanlar olduklarını. Bu grubun meclisinde her olay,
her kavram hemen her politik görüşün bakış açılarından ele alınır ve
tartışılır. Kimisinin tartışılması saatler sürerken, diğer kimisi de iki
kelime ile geçiştirilir. Herbirinin sonucunda ise doğruya doğru denir,
eğriye olmasaydı iyi olurdu diye sitem edilir, yanlışa da nasıl
düzeltilmesi gerektiği itina ile gösterilir.
Bu tartışmalarda laflar, ağızda yuvarlanmaz, açık açık, tane tane edilir, tutarlı olmak en dikkat edilen noktadır.
Örnek mi istediniz.?
Buyrun..!
Celal kardeşimiz, Türkiye'nin hakkının yendiğine inandığı her durumda
hiç durmaz, o hakkı yiyenin hemen satar anasını. Bugüne kadar babasını
satayım dediği ne duyulmuştur ne de görülmüştür. Dün hangi internet
sitelerinin bloklanmasını savundu ise, bugün de aynı sitelerin
bloklanmasını ister. İki yıl önce de Putin gibi bir lider istiyordu
bugün de illaa Putin olsun diye yanıp yakınıyor.
Erden ise, Özal ve Kemal Derviş'in olumlu çalışmalarının hakkını verir.
Dün, nereden ve nasıl gelirse gelsin, Türkiye'ye yapılan hizmetleri
savunurdu, bugün de aynen benzer hizmetleri yapanları savunur.
Sonuçlarla ilgilenmez, sonucu yaratan nedenleri bulmaya çalışır.
Şahısları sorgulamaz, sistemi sorgular.
İbrahim ise, dün nasıl, Tayyip Erdoğan'ın 40 yıllık bir politik görüşü
savunduktan sonra bir günde ortaya çıkıp "Ben değiştim artık" diyerek
görüşlerinden çark ettiğine dair iddiasını anlayamadıysa, bugün de
anlayamamıştır. İbrahim, kendisine bunun aslında olabileceğini
savunanlara, dün de 'sen onu külahıma anlat' demişti, bugün de aynen onu
demektedir.
Halim Hocamız ise ayrı bir dünya'dır. Kendisi yüksek sesle düşünürken,
açığa vurduğu matematiksel mantığının karşı konulamaz egemenliğine şahid
olduğumuzdan, Halim'in uzayda, Stargate53 takım yıldızlarının bulunduğu
bölgenin bir yerlerinden dünyamıza gönderilen üstün bir zeka olduğu
konusunda şüphelerimiz dün de vardı bugün de vardır. Halim sadece sözde
değil özde de bir mantık küpüdür. Tarihi konulara dair, bilgilendirici
seminerleri dün yaptığı gibi bugün de seve seve yapmaktadır.
Faruk bey kardeşimiz ise, en gönlü zenginimizdir. Kapılarını dün de
herkese açmıştır, bugün de. Yarın da açacağından hiçbirimizin zerre
kadar kuşkusu yoktur. Briç oyunlarına getirdiği zenginlik, dün de
gözleri kamaştırmıştır bugün de.
Tonguç kardeşimiz ise, ortak olduklarının kendisinden biraz daha fazla
gayret beklentilerini hep ayakta tutmuştur. Kendisi dün de sürpriz
çıkışlarla herkesi şaşırtmayı bilmiştir bugün de bilmektedir. Acıların
acısı kırmızı biberleri dün nasıl banamısın demeden çekirdek nohut gibi
yediyse, bugün de aynen öyle yemektedir.
Pekiy, Mehmet hocanın tutarlılık gösterdiği husus nedir? Mehmet
kardeşimiz, dün de Celal'in sorularını cevaplandırmaktan geri
kalmamıştı, bugün de kalmamıştır. Dün, nasıl kışkırtmalara gülüp
geçtiyse, bugün de aynen gülüp geçme büyüklüğünü göstermektedir. Dün,
nasıl Madencilik fakültesinin bütün işlerini kendi başına sırtladıysa,
bugün de aynen öyle sırtlamaktadır.
Güven kardeşimiz tutarlılık konusunda en iyi örnekdir. Sessiz sessiz
oyununu kurar, iyi bir sonuca da bağlar ve takımını birinci yapar. Sonra
bunu her iki haftada bir aynen tekrarlar.
Ekrem bey, Briç oynamama kararlılığıni aynen sürdürmektedir. Dün de masa
kenarından seyredip, ahkam kesmişti, bugün de aynen kesmektedir. Dün de
Engin Ardıç'ın yazılarını savunmuştu, bugün de savunmuştur. Ekrem dün
nasıl bardak ve tabakları yıkamayı üstlenme sorumluluğunu ve cesaretini
kendinde gördüyse, bugün de aynen öyle görmüştür.
Bülent kardeşimiz, CumaBriç'in, taa Gold Coast'lardan her türlü maddi ve
manevi fedakarliklara katlanarak transfer ettiği bir üyesidir. Kendisi
dün nasıl, midesinin bozulacağını bile bile, ağir yağli kebabları
defalarca yemekten kendini alamadıysa, bugün de aynen o şekilde
alamamaktadır.
Turgut bey zat-i alileri, çok meşgul birisidir. İşlerinden vakit
buldukça aramıza katılır. Kendileri çok tutarlı davranarak, dün de, hiç
haber vermeden toplantılara gelmemezlik etmiştir, bugün de aynen
gelmiyeceğini bildirmediği halde toplantımıza gelmemiştir.
Eee... Geriye kim kaldı, bendeniz cennet kuşu... Benim tutarlılığımı
bilen bilir. Dün nasıl 8 saat harcadıysam bu siteye birşeyler yazabilmek
için, bugün de aynen o kadar saat harcıyorum. Dün nasıl gazeteleri
taradıysam, bugün de tarayıp yazılara malzeme topluyorum. Ha,, bir de
şu var. Dün nasıl briç'de el batırdıysam, bugün de aynen öyle
batırıyorum. ve bütün bu sıraladıklarımı her iki haftada bir aynen
tekrarlıyorum.
Efendim şimdi gelelim konuşulanların envai çeşidine ve derinliklerine.
Geçen haftakinin tersine, sayılarımız 5 takım çıkaracak kadar vardı. İki
de yedek oyuncu vardi fakat, onların sahaya inmelerine gerek kalmadı.
Oyunlar çok ateşli başladı, acayip puanlar, acayip şekilde, hep belli
gruplara geldi, diğerleri yutkunup durdu, oyun bir an evvel bitse de
dışarıdaki sohbete katılsak diye iç geçirdi. İki bacanaklar, yine bir
arada ortaklık kurdular, oyunları artı puanla kapadılar. Artı ile
başlayanlar eksiye doğru pike yaptılar, arada dolananlar, bir ona
vurdular, bir buna, 5 sinek çıkacak oyunlar bir batırıldı, 3 sanzatular
da bir batırıldı, hadi hakkı kalmasın dendi ve 4 pik oynayan eller
çıkamadan gene bir batırıldı, bir bu takım batırdi, bir o takım,
oyunların sonunda puanlar n'oldu ne bitti kimsenin umurunda olmadı.
Dışarıda acayyip tantana vardı, sesler alabildiğine yükselmişti.
Allah kahretsin..! Tam da sırasıydı ve güya Editor olarak konusulanları
sizlere aktarması gereken ben, masada oturmuş, hangi kozun nasıl
dağılmış olabileceğini hatırlamaya çalışıyordum, o yetmezmiş gibi yanlış
kağıtla oyunu batırma noktasına doğru yol almaya baslamıştım.
Oyun zaten battı dedim kendi kendime ve kimseye çaktırmadan dışarıda
konuşulanlara bir kulak kabartma çabasına giriştim, işte buyrun
duyabildiğim kadarıyla duyduklarımı sizlere aynen aktarmaya calışıyorum,
duyamadıklarımı da duyduğum kadarıyla aktarıyorum.
Biri galiba bir duvar çekmekten bahsetti, kimisi Berlin duvarı gibi
olsun yıkılması kolay olmasın diye karşılık verdi, sonra öbürü, yok
aynen Israil'deki gibi olsun dedi. Duvarin capı ve büyüklüğü şey edildi
(tam duyamadığım için şeyli bişey oldu, idare edin artik),
kilometrelerce uzanıyordu, galiba birileri elektrikleri Bulgaristan'a mı
ne ısmarlıyordu, oradan getirilir diyordu, sonra bir başkası, öyle
şeyler hiç belli olmaz anında kestiler mi bütün endüstri merkezleri şey
olur dedi, söz Bulgaristan'dan açılmışken Avrupa Birligine nüfusu ve
çapı ufak şeylerin hızla alındığı bahsedildi, Türkiye'yi alırlarsa,
Türkiye'nin aslında, şu an en büyük AB ülkesi olan Almanya'yı sollayarak
başa şey edeceğı söylendi, böyle olunca da kendi şeyini öttürme şansına
şey olacağı iddia edildi, ve bu sayede, hemen her Avrupa ülkesinin
başkentinde bir kokareç şeyi açılması için gereken kanunu AB'nin birinci
şeyi olan Türkiye'nin rahatlıkla çıkarabileceği vurgulandı ve
karşılıklı kahkahalar atıldı.
O arada yabancılara yapılan garip saldırılardan söz edildi, duyabildiğim
kadarı ile, Malatya'da incilcilere yapılan saldırı konuşuluyordu,
yabancılara karşı Türkiye'de bir güvensizlik doğduğu ve Parti
yöneticilerinden sokaktaki adamına kadar toplumun büyük bir şeyinin
yabancılara şey baktığı ifade edildi ve bu tür şeylerin maceracı
gençleri yabancılara karşı türlü saldırılar planlama durumuna ittiği
üzerine yorumlar yapıldı, bu saldırıların toplumda bir aşağılık
kompleksinin varlığını açığa çıkardığı şey edildi, özellikle de ülkeyi
yönetenlerin bir çoğunun meydanlarda nutuklar atarlarken ettikleri
şeylerin sonunun nereye varacağını iyice şey etmeden sorumsuzca
davranmamaları gerektiği de kelimelerin üstüne basa basa ifade edildi.
Daha sonra birisi hepsinin ellerinden alın o dokunulmazlık zırhını bak
bir daha böyle şeyleri ağızlarına şey edebilirler mi görürüz dedi, sonra
öbürü bu işler kültür ve eğitim şeyidir demeye çalışti galiba, öyle bir
şeyler duyar gibi oldum, ona da bazı itirazlar oldu, o zaman da
giderler mafya ile ilişki şey yaparlar, kendilerini o şekilde şey
ettirirler dendi, diğeri arkadaş sen ne ekersen onu şey edersin gibi bir
lafla sesini yükseltip, lafa karıştı, yıllardır memleketin içine şey
edildi diyerek devam etti, bugün vardığın sonuç o ettiğin şeylerin, her
tarafa bulaşmasından başka şey değil dedi, Türkiye'de halkın kendi
kendine şey etmesinin hep önüne geçildiğini ve bu yüzden tepeden inme
emri vakiler ile keserin hep bir tarafa doğru yontması misali kanunların
hep şey edildiğini ve bu sayede yetkilerin kötüye şey edildiği ve şimdi
o yetkileri bir başkasının kullanmasının hukiken hiçbir yanlış
tarafının olmamasına rağmen işlerine gelmeyenler tarafından toplumda
kargaşa ve kavga şey edilerek o yetkilerin kullanılmasının zorla önüne
geçildiği ve bu nedenle ülkenin de içine şey edilmesinde aslında, bu
kanunları oraya koyanların baş sorumlu oldukları vurgulandı. Acaba 12
Eylülcülerin bu gelinen duruma katkıları ne kadardı, elbette onu da
sorgulayıp şey etmekde fayda vardı.
Bu tartışmalar arasında CHP'nin yöneticilerinin Tayyip Erdoğan'a
Cumhurbaşkanlığı konusunda karşı olurlarken, kendi adaylarını öne
sürmemelerinin aslında ülkenin kargaşaya sürüklenmesinde büyük payları
olduğu ifade edildi. Sanki CHP gerçekte Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı
koltuğuna oturmasına hiç şey etmiyordu ve halkın karşısında ise poz
yaparak, Erdoğan'a karşı çıkıyormuş gibi bir görüntü şey etmeye
çalışıyordu.
Laf döndü dolaştı, Ankara mitingine katılanların sayısının ne olduğunu
bilmeye geldi. Gazetelere göre emniyet nihayet tartışmalara bir son
vermişti ve sayının ne olduğunu şey etmişti. Onlara göre sayı 585
bin'di. Nasıl saydılar, nasıl buldular da başkaları bunu bugüne kadar
şey edemediler falan diye karşılıklı olarak sorular ortalıkta uçuşurken
sorunun cevabını galiba Erden verdi; Emniyet alandaki ayakları saymış ve
çıkan sayıyı da ikiye bölmüştü. Olay bu kadar şeydi. Google'dan alınan
uydu haritalarda metre kare hesabına hiç gerek olmadığı şeylendi.
Bu lafların ardından birisi, Yahu şu Iran'a bakın dün molla diye
küsümsediğimiz adamlar bugün politik arenada bölgesel güc şeyi olma
durumundalar dedi. Biz de bırakalım kim başa şey edecekse gücü varsa
gelsin ve bütün gücüyle şey etsin de görelim kardeşim diye devam etti,
yok eğer, fena halde dibe vuracaksak da vuralım da bir görelim, o zaman
halk anlasın anyayı konyayı ve görsün demokrasi'nin de şeyını, aklı
başına gelsin ve bir daha da sahte akımların peşinde şey etmesin diye
sözünü bitirdi. Aslında olay o kadar basit değildi, bir Afganistan gibi
bir şey olma durumumuz ortaya çıkardı(Olursak olalım be kardesim, o
zaman bugünlerin değeri anlaşılır), hatta belki bir Filistin ya da Irak
benzeri şeylere şey olma olasılığı vardı(Olursak olalım be kardeşim, o
zaman da bugünlerin değeri daha iyi anlaşılır).
Yanlış duymadıysam eğer, galiba Halim şöyle bir yorumda bulundu: Bütün
bu tartışmalar gösteriyordu ki Türkiye bir şekilde tepelerde bir noktada
çat diye kırılma noktasına doğru hızla şey ediyor. Halk bir kurtarıcı
bir lider değil belki ama hükümet olarak icraat etmeyi bilen insanların
peşinde gitmek istiyor. Dengeler çok hassaslaştı, belki de bu kırılma
ihtimaline karşılık Türkiye'nin önündeki tek çıkış yolu bir AKP-DYP
koalisyonunda yatıyor. İki parti elele verdiğinde, kargaşa ortamanına
şey vermeyen bir icraat ile ülkenin ihtiyaç duyduğu sosyal ve ekonomik
hamleleri şey ederler ve hatta ordu da rahat bir nefes almış olur.
Sonra, sanırım Demokrasi iyi mi kötü mü gibi bir soru soruldu, diğeri
aslında iyi bir sistemdir fakat acaba demokrasi doğru bir şey mi yoksa
yanlış bir şey midir onu da ele alıp şey etmekte fayda vardır dedi,
galiba Celal, en gerekli demokrasi Putin tarafından uygulanıyor gibi bir
şey dedi, Türkiye'de ordunun görüşlerini şey etmesinin neden basında
göz ardı edildiği yolunda sorular sordu, her ülkede ordular devlet ve
milletin selamati için vardırlar dendi, buna karşılık Celal bastırdı,
Ordu tarafından kurulmamış bir ülke gösterebilir misiniz diye tekrar
sordu (parantez içinde de İsviçre, luxemburg gibi çekirdek nohut
ülkeleri bu listeye dahil etmiyorum dedi), Amerika'sından Rusya'sına,
oradan Uzakdoğu'ya ve Latin Amerika'sına kadar örnekler verildi, ülkeler
sıralandı, yani bir dolu ülke askeriye, yani ordu tarafından kurulmuş
ve şey edilmişti, Türkiye bir istisna şey etmiyordu. Aynen diğer
ülkelerdeki ordularda duyulan hassasiyetler bizim ordumuzca da
duyuluyordu. Buna ek olarak, dünyanın çeşitli kıtalarında yaklaşık 20-25
ülkede yapılan kamuoyu araştırmalarında kendisine saygı duyulan
kurumların en başında orduların geldiği belirtildi, hükümetlerin ve
siyasi partilerin ise bu listenin çok altlarında şey ettiği ve asıl en
ilginci olarak ülkelerin hemen hepsinde medyanın listenin dibinde yer
almasının ise herhangi bir şaşılacak durum ortaya çıkarmadığı da
konuşmalara eklendi.
Velhasıl, ben bu konuşulanları duyup da notlar almaya uğraşırken bizim
oyun bitti, hemen kendimi dışarı attım tartışmalara ortak olmaya
çalıştım, yahu neler konuştunuz bana da anlatın dedim, aksi taktirde,
yarım yamalak duyduklarımı site sayfalarında yazıya dökerken, ele güne
rezil olacam, tam duyamadığım yerleri ve şeyleri bir hatırlatıverin
falan dediysem de kimse oralı olmadı, üstüne alınıp haber muhabirligi
yapmaya yanaşmadı ve sohbetler de o saatden sonra pek uzun sürmedi,
herkesin pili çoktan bitmişti ve geriye gecenin iki buçuğunda karnı
acıkanların yemek sohbetlerı kalmıştı.
Bu sohbetlerde işkembe hayal edildi, kebablar, lahmacunlar, tandırlar
hayal edildi, Istanbul'daki Bebek ve Ortaköy'ün balıkçı lokantaları
hayal edildi, kahvaltı çeşitleri bile hayal edildi ve yani çeşit
dediysek de öyle laf olsun diye demedik yani, bir arkadaşımızın yaptığı
ve içinde bir avuç yulaf ezmesi ile koca bir papav meyvasının yarısının
bulunduğu, bu kadarla kalmayıp bu ikisinin sadece işin başını
oluşturduğu ve daha bunlara ayrıca bütün bir elmanın birkaç dilimi ve
kuru üzüm taneleri ile yarım avuç kabak çekirdeği ve ayçekirdeğinin
ilave edildiği, yoğurdun ve balın da içine karıştırıldığı ve geceden süt
içinde buz dolabında yulafin kabarması için bekletildiği, eh artık,
sabaha kadar heyecanla uyumadan bekleyip bu karışımı dolapdan çıkarıp
soğuk soğuk yeme zevkinin hayali ile yaşandığı, sonra o karışımın içine
envai çeşit tohumların ve kuru kayısının konduğu, hatta kuru incirin
bile bu karışıma katılıp katılmayacağı konusunda istişarelerde
bulunduktan sonra onun da dahil edildiği, tabii bu kadar şeyi alacak
kabın da iri kaplar içinden seçildiği ve sizin de hak vereceğiniz gibi,
en sonunda da bu çifte kavrulmuş atomik ve nükleer karışımın hepsini
kaşık kaşık yedikten sonra artık onun üstüne akşama değil ama belki
öğlene kadar baska da bir şeyin yenilemiyeceği bir kahvaltı çeşidinden
bahsettik. Anlaşıldığı üzere, iyi de ettik, biz de kendimizi kahvaltı
yapıyor zannetmiştik meğer bizimkisi serçe kuşu gibi çöplenmekmiş, onu
da arkadaşımızın sayesinde öğrenmiş olduk.
Gece iyice ilerlemişti, karnımız acıkmış olsa da yemek faslını ertesi sabaha uzatıp uykulu gözlerle evlerimizin yolunu tutduk.
Bu sayımızda teknik bir unutkanlık nedeni ile fotoğraf yayınlayamıyoruz, artık herkes hayal gücünü kullanmak durumunda kalacak.
Kalın sağlıcakla,
CumaBriç Editörü
|
0 comments:
Post a Comment