Home » » 20 Nisan 2007 CumaBric Gecesi

20 Nisan 2007 CumaBric Gecesi

FELSEFi SEYLER UZERINE KAFA PATLATMALAR


Bir kere daha tekrarlıyorum. Vallahi ve Billahi de CumaBriç grubu olarak kendimiz için bir şey istiyorsak namerdiz. Bunu da bilin yani. Hernekadar, maksadımızın yarısı Briç oynamak ise diğer yarısı da Vatan Millet Sakarya edebiyatı ile dolu görüşlerin teatisidir gibilerinden bir manifestoda bulunduysak da kendimizi tam olarak ifade edemediğimizi görmüş oldum bu akşamki toplantımızda. Aslında, bizim amacımız tek ve birmiş de bilememişiz güzel kardeşim. Bu amaç, sadece ve sadece Vatan Millet Sakarya imiş. Briç oynamak olayın bahanesiymiş. Evvelki oyunlarımızda takımlardan biri oyunu batırdığında ortaklar birbirinin gırtlağına sarılırdı tabiri caizse, şimdi artık böyle bir asık suratlı ciddi görüntüler sergilenmiyor . Oyunu batıran oyunu batırdığı ile kalıyor, diğerlerine de üstüne buzlu su içmek düşüyor. Bir iki mırıldanma oluyorsa da, o kadar mırıldanma kadı beyinde de olur misali gülünüp geçiliyor.

Ey güzel Allahım, sen nelere kadirsin Yarabbim... Şu CumaBriç üyelerinin de birbirlerinin kötü oyunlarına rağmen tolerans ile davranmalarını sağladın sana şükürler olsun. İşte Demokrasinin alabildiğine uygulanıp hayata geçirildiği küçük bir örnek size. İşte Vatan aşkının, insanları nasıl bir arada tutabildiğinin açık göstergesi. Grupda hepimiz, bir diğerimizin iyi niyetine inaniyor, herkes herkesin görüşüne saygı duyuyor, laf edenlerimiz boşa laf etmemeye çalışıyor, hadi dilimiz sürçttü ve ettik diyelim, karşılığında kimse sen git, kumda oyna demiyor, dili sürçen de öz eleştiri getiriyor. Birimiz sesini yükseltmeye başlasa, diğerimiz alttan alıyoruz, sonra sesini yükseltme sırası ona geliyor, işte öyle böyle kimse kimseye gözünün üstünde kaşın var demeden uyum ve anlayış içinde meclis oturumlarının birini kapatıp diğerini açıyoruz.

Sakın ha, sanmayın ki, CumaBriç üyelerinin hepbir ağızdan aynı lafı konuşup herşeye "Doğrudur" deyip kafa sallayan, "Eyvallah" çeken insanlar olduklarını. Bu grubun meclisinde her olay, her kavram hemen her politik görüşün bakış açılarından ele alınır ve tartışılır. Kimisinin tartışılması saatler sürerken, diğer kimisi de iki kelime ile geçiştirilir. Herbirinin sonucunda ise doğruya doğru denir, eğriye olmasaydı iyi olurdu diye sitem edilir, yanlışa da nasıl düzeltilmesi gerektiği itina ile gösterilir.

Bu tartışmalarda laflar, ağızda yuvarlanmaz, açık açık, tane tane edilir, tutarlı olmak en dikkat edilen noktadır.

Örnek mi istediniz.?
Buyrun..!

Celal kardeşimiz, Türkiye'nin hakkının yendiğine inandığı her durumda hiç durmaz, o hakkı yiyenin hemen satar anasını. Bugüne kadar babasını satayım dediği ne duyulmuştur ne de görülmüştür. Dün hangi internet sitelerinin bloklanmasını savundu ise, bugün de aynı sitelerin bloklanmasını ister. İki yıl önce de Putin gibi bir lider istiyordu bugün de illaa Putin olsun diye yanıp yakınıyor.

Erden ise, Özal ve Kemal Derviş'in olumlu çalışmalarının hakkını verir. Dün, nereden ve nasıl gelirse gelsin, Türkiye'ye yapılan hizmetleri savunurdu, bugün de aynen benzer hizmetleri yapanları savunur. Sonuçlarla ilgilenmez, sonucu yaratan nedenleri bulmaya çalışır. Şahısları sorgulamaz, sistemi sorgular.

İbrahim ise, dün nasıl, Tayyip Erdoğan'ın 40 yıllık bir politik görüşü savunduktan sonra bir günde ortaya çıkıp "Ben değiştim artık" diyerek görüşlerinden çark ettiğine dair iddiasını anlayamadıysa, bugün de anlayamamıştır. İbrahim, kendisine bunun aslında olabileceğini savunanlara, dün de 'sen onu külahıma anlat' demişti, bugün de aynen onu demektedir.

Halim Hocamız ise ayrı bir dünya'dır. Kendisi yüksek sesle düşünürken, açığa vurduğu matematiksel mantığının karşı konulamaz egemenliğine şahid olduğumuzdan, Halim'in uzayda, Stargate53 takım yıldızlarının bulunduğu bölgenin bir yerlerinden dünyamıza gönderilen üstün bir zeka olduğu konusunda şüphelerimiz dün de vardı bugün de vardır. Halim sadece sözde değil özde de bir mantık küpüdür. Tarihi konulara dair, bilgilendirici seminerleri dün yaptığı gibi bugün de seve seve yapmaktadır.

Faruk bey kardeşimiz ise, en gönlü zenginimizdir. Kapılarını dün de herkese açmıştır, bugün de. Yarın da açacağından hiçbirimizin zerre kadar kuşkusu yoktur. Briç oyunlarına getirdiği zenginlik, dün de gözleri kamaştırmıştır bugün de.

Tonguç kardeşimiz ise, ortak olduklarının kendisinden biraz daha fazla gayret beklentilerini hep ayakta tutmuştur. Kendisi dün de sürpriz çıkışlarla herkesi şaşırtmayı bilmiştir bugün de bilmektedir. Acıların acısı kırmızı biberleri dün nasıl banamısın demeden çekirdek nohut gibi yediyse, bugün de aynen öyle yemektedir.

Pekiy, Mehmet hocanın tutarlılık gösterdiği husus nedir? Mehmet kardeşimiz, dün de Celal'in sorularını cevaplandırmaktan geri kalmamıştı, bugün de kalmamıştır. Dün, nasıl kışkırtmalara gülüp geçtiyse, bugün de aynen gülüp geçme büyüklüğünü göstermektedir. Dün, nasıl Madencilik fakültesinin bütün işlerini kendi başına sırtladıysa, bugün de aynen öyle sırtlamaktadır.

Güven kardeşimiz tutarlılık konusunda en iyi örnekdir. Sessiz sessiz oyununu kurar, iyi bir sonuca da bağlar ve takımını birinci yapar. Sonra bunu her iki haftada bir aynen tekrarlar.

Ekrem bey, Briç oynamama kararlılığıni aynen sürdürmektedir. Dün de masa kenarından seyredip, ahkam kesmişti, bugün de aynen kesmektedir. Dün de Engin Ardıç'ın yazılarını savunmuştu, bugün de savunmuştur. Ekrem dün nasıl bardak ve tabakları yıkamayı üstlenme sorumluluğunu ve cesaretini kendinde gördüyse, bugün de aynen öyle görmüştür.

Bülent kardeşimiz, CumaBriç'in, taa Gold Coast'lardan her türlü maddi ve manevi fedakarliklara katlanarak transfer ettiği bir üyesidir. Kendisi dün nasıl, midesinin bozulacağını bile bile, ağir yağli kebabları defalarca yemekten kendini alamadıysa, bugün de aynen o şekilde alamamaktadır.

Turgut bey zat-i alileri, çok meşgul birisidir. İşlerinden vakit buldukça aramıza katılır. Kendileri çok tutarlı davranarak, dün de, hiç haber vermeden toplantılara gelmemezlik etmiştir, bugün de aynen gelmiyeceğini bildirmediği halde toplantımıza gelmemiştir.

Eee... Geriye kim kaldı, bendeniz cennet kuşu... Benim tutarlılığımı bilen bilir. Dün nasıl 8 saat harcadıysam bu siteye birşeyler yazabilmek için, bugün de aynen o kadar saat harcıyorum. Dün nasıl gazeteleri taradıysam, bugün de tarayıp yazılara malzeme topluyorum. Ha,, bir de şu var. Dün nasıl briç'de el batırdıysam, bugün de aynen öyle batırıyorum. ve bütün bu sıraladıklarımı her iki haftada bir aynen tekrarlıyorum.

Efendim şimdi gelelim konuşulanların envai çeşidine ve derinliklerine. Geçen haftakinin tersine, sayılarımız 5 takım çıkaracak kadar vardı. İki de yedek oyuncu vardi fakat, onların sahaya inmelerine gerek kalmadı. Oyunlar çok ateşli başladı, acayip puanlar, acayip şekilde, hep belli gruplara geldi, diğerleri yutkunup durdu, oyun bir an evvel bitse de dışarıdaki sohbete katılsak diye iç geçirdi. İki bacanaklar, yine bir arada ortaklık kurdular, oyunları artı puanla kapadılar. Artı ile başlayanlar eksiye doğru pike yaptılar, arada dolananlar, bir ona vurdular, bir buna, 5 sinek çıkacak oyunlar bir batırıldı, 3 sanzatular da bir batırıldı, hadi hakkı kalmasın dendi ve 4 pik oynayan eller çıkamadan gene bir batırıldı, bir bu takım batırdi, bir o takım, oyunların sonunda puanlar n'oldu ne bitti kimsenin umurunda olmadı.

Dışarıda acayyip tantana vardı, sesler alabildiğine yükselmişti.

Allah kahretsin..! Tam da sırasıydı ve güya Editor olarak konusulanları sizlere aktarması gereken ben, masada oturmuş, hangi kozun nasıl dağılmış olabileceğini hatırlamaya çalışıyordum, o yetmezmiş gibi yanlış kağıtla oyunu batırma noktasına doğru yol almaya baslamıştım.

Oyun zaten battı dedim kendi kendime ve kimseye çaktırmadan dışarıda konuşulanlara bir kulak kabartma çabasına giriştim, işte buyrun duyabildiğim kadarıyla duyduklarımı sizlere aynen aktarmaya calışıyorum, duyamadıklarımı da duyduğum kadarıyla aktarıyorum.

Biri galiba bir duvar çekmekten bahsetti, kimisi Berlin duvarı gibi olsun yıkılması kolay olmasın diye karşılık verdi, sonra öbürü, yok aynen Israil'deki gibi olsun dedi. Duvarin capı ve büyüklüğü şey edildi (tam duyamadığım için şeyli bişey oldu, idare edin artik), kilometrelerce uzanıyordu, galiba birileri elektrikleri Bulgaristan'a mı ne ısmarlıyordu, oradan getirilir diyordu, sonra bir başkası, öyle şeyler hiç belli olmaz anında kestiler mi bütün endüstri merkezleri şey olur dedi, söz Bulgaristan'dan açılmışken Avrupa Birligine nüfusu ve çapı ufak şeylerin hızla alındığı bahsedildi, Türkiye'yi alırlarsa, Türkiye'nin aslında, şu an en büyük AB ülkesi olan Almanya'yı sollayarak başa şey edeceğı söylendi, böyle olunca da kendi şeyini öttürme şansına şey olacağı iddia edildi, ve bu sayede, hemen her Avrupa ülkesinin başkentinde bir kokareç şeyi açılması için gereken kanunu AB'nin birinci şeyi olan Türkiye'nin rahatlıkla çıkarabileceği vurgulandı ve karşılıklı kahkahalar atıldı.

O arada yabancılara yapılan garip saldırılardan söz edildi, duyabildiğim kadarı ile, Malatya'da incilcilere yapılan saldırı konuşuluyordu, yabancılara karşı Türkiye'de bir güvensizlik doğduğu ve Parti yöneticilerinden sokaktaki adamına kadar toplumun büyük bir şeyinin yabancılara şey baktığı ifade edildi ve bu tür şeylerin maceracı gençleri yabancılara karşı türlü saldırılar planlama durumuna ittiği üzerine yorumlar yapıldı, bu saldırıların toplumda bir aşağılık kompleksinin varlığını açığa çıkardığı şey edildi, özellikle de ülkeyi yönetenlerin bir çoğunun meydanlarda nutuklar atarlarken ettikleri şeylerin sonunun nereye varacağını iyice şey etmeden sorumsuzca davranmamaları gerektiği de kelimelerin üstüne basa basa ifade edildi.

Daha sonra birisi hepsinin ellerinden alın o dokunulmazlık zırhını bak bir daha böyle şeyleri ağızlarına şey edebilirler mi görürüz dedi, sonra öbürü bu işler kültür ve eğitim şeyidir demeye çalışti galiba, öyle bir şeyler duyar gibi oldum, ona da bazı itirazlar oldu, o zaman da giderler mafya ile ilişki şey yaparlar, kendilerini o şekilde şey ettirirler dendi, diğeri arkadaş sen ne ekersen onu şey edersin gibi bir lafla sesini yükseltip, lafa karıştı, yıllardır memleketin içine şey edildi diyerek devam etti, bugün vardığın sonuç o ettiğin şeylerin, her tarafa bulaşmasından başka şey değil dedi, Türkiye'de halkın kendi kendine şey etmesinin hep önüne geçildiğini ve bu yüzden tepeden inme emri vakiler ile keserin hep bir tarafa doğru yontması misali kanunların hep şey edildiğini ve bu sayede yetkilerin kötüye şey edildiği ve şimdi o yetkileri bir başkasının kullanmasının hukiken hiçbir yanlış tarafının olmamasına rağmen işlerine gelmeyenler tarafından toplumda kargaşa ve kavga şey edilerek o yetkilerin kullanılmasının zorla önüne geçildiği ve bu nedenle ülkenin de içine şey edilmesinde aslında, bu kanunları oraya koyanların baş sorumlu oldukları vurgulandı. Acaba 12 Eylülcülerin bu gelinen duruma katkıları ne kadardı, elbette onu da sorgulayıp şey etmekde fayda vardı.

Bu tartışmalar arasında CHP'nin yöneticilerinin Tayyip Erdoğan'a Cumhurbaşkanlığı konusunda karşı olurlarken, kendi adaylarını öne sürmemelerinin aslında ülkenin kargaşaya sürüklenmesinde büyük payları olduğu ifade edildi. Sanki CHP gerçekte Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasına hiç şey etmiyordu ve halkın karşısında ise poz yaparak, Erdoğan'a karşı çıkıyormuş gibi bir görüntü şey etmeye çalışıyordu.

Laf döndü dolaştı, Ankara mitingine katılanların sayısının ne olduğunu bilmeye geldi. Gazetelere göre emniyet nihayet tartışmalara bir son vermişti ve sayının ne olduğunu şey etmişti. Onlara göre sayı 585 bin'di. Nasıl saydılar, nasıl buldular da başkaları bunu bugüne kadar şey edemediler falan diye karşılıklı olarak sorular ortalıkta uçuşurken sorunun cevabını galiba Erden verdi; Emniyet alandaki ayakları saymış ve çıkan sayıyı da ikiye bölmüştü. Olay bu kadar şeydi. Google'dan alınan uydu haritalarda metre kare hesabına hiç gerek olmadığı şeylendi.

Bu lafların ardından birisi, Yahu şu Iran'a bakın dün molla diye küsümsediğimiz adamlar bugün politik arenada bölgesel güc şeyi olma durumundalar dedi. Biz de bırakalım kim başa şey edecekse gücü varsa gelsin ve bütün gücüyle şey etsin de görelim kardeşim diye devam etti, yok eğer, fena halde dibe vuracaksak da vuralım da bir görelim, o zaman halk anlasın anyayı konyayı ve görsün demokrasi'nin de şeyını, aklı başına gelsin ve bir daha da sahte akımların peşinde şey etmesin diye sözünü bitirdi. Aslında olay o kadar basit değildi, bir Afganistan gibi bir şey olma durumumuz ortaya çıkardı(Olursak olalım be kardesim, o zaman bugünlerin değeri anlaşılır), hatta belki bir Filistin ya da Irak benzeri şeylere şey olma olasılığı vardı(Olursak olalım be kardeşim, o zaman da bugünlerin değeri daha iyi anlaşılır).

Yanlış duymadıysam eğer, galiba Halim şöyle bir yorumda bulundu: Bütün bu tartışmalar gösteriyordu ki Türkiye bir şekilde tepelerde bir noktada çat diye kırılma noktasına doğru hızla şey ediyor. Halk bir kurtarıcı bir lider değil belki ama hükümet olarak icraat etmeyi bilen insanların peşinde gitmek istiyor. Dengeler çok hassaslaştı, belki de bu kırılma ihtimaline karşılık Türkiye'nin önündeki tek çıkış yolu bir AKP-DYP koalisyonunda yatıyor. İki parti elele verdiğinde, kargaşa ortamanına şey vermeyen bir icraat ile ülkenin ihtiyaç duyduğu sosyal ve ekonomik hamleleri şey ederler ve hatta ordu da rahat bir nefes almış olur.

Sonra, sanırım Demokrasi iyi mi kötü mü gibi bir soru soruldu, diğeri aslında iyi bir sistemdir fakat acaba demokrasi doğru bir şey mi yoksa yanlış bir şey midir onu da ele alıp şey etmekte fayda vardır dedi, galiba Celal, en gerekli demokrasi Putin tarafından uygulanıyor gibi bir şey dedi, Türkiye'de ordunun görüşlerini şey etmesinin neden basında göz ardı edildiği yolunda sorular sordu, her ülkede ordular devlet ve milletin selamati için vardırlar dendi, buna karşılık Celal bastırdı, Ordu tarafından kurulmamış bir ülke gösterebilir misiniz diye tekrar sordu (parantez içinde de İsviçre, luxemburg gibi çekirdek nohut ülkeleri bu listeye dahil etmiyorum dedi), Amerika'sından Rusya'sına, oradan Uzakdoğu'ya ve Latin Amerika'sına kadar örnekler verildi, ülkeler sıralandı, yani bir dolu ülke askeriye, yani ordu tarafından kurulmuş ve şey edilmişti, Türkiye bir istisna şey etmiyordu. Aynen diğer ülkelerdeki ordularda duyulan hassasiyetler bizim ordumuzca da duyuluyordu. Buna ek olarak, dünyanın çeşitli kıtalarında yaklaşık 20-25 ülkede yapılan kamuoyu araştırmalarında kendisine saygı duyulan kurumların en başında orduların geldiği belirtildi, hükümetlerin ve siyasi partilerin ise bu listenin çok altlarında şey ettiği ve asıl en ilginci olarak ülkelerin hemen hepsinde medyanın listenin dibinde yer almasının ise herhangi bir şaşılacak durum ortaya çıkarmadığı da konuşmalara eklendi.

Velhasıl, ben bu konuşulanları duyup da notlar almaya uğraşırken bizim oyun bitti, hemen kendimi dışarı attım tartışmalara ortak olmaya çalıştım, yahu neler konuştunuz bana da anlatın dedim, aksi taktirde, yarım yamalak duyduklarımı site sayfalarında yazıya dökerken, ele güne rezil olacam, tam duyamadığım yerleri ve şeyleri bir hatırlatıverin falan dediysem de kimse oralı olmadı, üstüne alınıp haber muhabirligi yapmaya yanaşmadı ve sohbetler de o saatden sonra pek uzun sürmedi, herkesin pili çoktan bitmişti ve geriye gecenin iki buçuğunda karnı acıkanların yemek sohbetlerı kalmıştı.

Bu sohbetlerde işkembe hayal edildi, kebablar, lahmacunlar, tandırlar hayal edildi, Istanbul'daki Bebek ve Ortaköy'ün balıkçı lokantaları hayal edildi, kahvaltı çeşitleri bile hayal edildi ve yani çeşit dediysek de öyle laf olsun diye demedik yani, bir arkadaşımızın yaptığı ve içinde bir avuç yulaf ezmesi ile koca bir papav meyvasının yarısının bulunduğu, bu kadarla kalmayıp bu ikisinin sadece işin başını oluşturduğu ve daha bunlara ayrıca bütün bir elmanın birkaç dilimi ve kuru üzüm taneleri ile yarım avuç kabak çekirdeği ve ayçekirdeğinin ilave edildiği, yoğurdun ve balın da içine karıştırıldığı ve geceden süt içinde buz dolabında yulafin kabarması için bekletildiği, eh artık, sabaha kadar heyecanla uyumadan bekleyip bu karışımı dolapdan çıkarıp soğuk soğuk yeme zevkinin hayali ile yaşandığı, sonra o karışımın içine envai çeşit tohumların ve kuru kayısının konduğu, hatta kuru incirin bile bu karışıma katılıp katılmayacağı konusunda istişarelerde bulunduktan sonra onun da dahil edildiği, tabii bu kadar şeyi alacak kabın da iri kaplar içinden seçildiği ve sizin de hak vereceğiniz gibi, en sonunda da bu çifte kavrulmuş atomik ve nükleer karışımın hepsini kaşık kaşık yedikten sonra artık onun üstüne akşama değil ama belki öğlene kadar baska da bir şeyin yenilemiyeceği bir kahvaltı çeşidinden bahsettik. Anlaşıldığı üzere, iyi de ettik, biz de kendimizi kahvaltı yapıyor zannetmiştik meğer bizimkisi serçe kuşu gibi çöplenmekmiş, onu da arkadaşımızın sayesinde öğrenmiş olduk.

Gece iyice ilerlemişti, karnımız acıkmış olsa da yemek faslını ertesi sabaha uzatıp uykulu gözlerle evlerimizin yolunu tutduk.

Bu sayımızda teknik bir unutkanlık nedeni ile fotoğraf yayınlayamıyoruz, artık herkes hayal gücünü kullanmak durumunda kalacak.

Kalın sağlıcakla,

CumaBriç Editörü 

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.