Home » » 6 Nisan 2007 CumaBric Gecesi

6 Nisan 2007 CumaBric Gecesi

Boğaziçi Üniversitesi KEDiLERiN iSTiLASINDAN NASIL KURTULUR


Bu akşamki toplantımızda sayımız biraz azdı. Sekiz kişiydik sadece, ama ikişerli olarak dört takım çıkarmak için ideal bir sayı oldu. Herkes rahat rahat oyununu oynadı. Oyun ortasında ortaklar arasında oyun devir ve teslimi yapılmadı yani. Masamız da da yiyecekler az ve öz idi. Zaten fazlasına gerek yoktu, bu akşamın muhabbetinin bolluğundan kimsenin yemeklerle uğraşacak hali de yoktu. Zamanın çoğu toplantı masasının etrafında çay ya da şarap içip sürü sepet konuya el atıp kafa yormakla geçti.

Neler konuştuk neler, Allaaah... Anlatmakla bitmez... Bunlar genellikle, Türkiye'de eften püften konuların gündem maddesi yapıldığına, esas tartışılması gereken konuların ise unutulduğuna ya da sessiz sedasız hiç lafını bile etmeden geçiştirildiğine, bu durumun da Türkiye'ye kazık atma çabasında olan iç ve dış mihraklarin ekmeğine yağ sürdüğüne, Türkiye'deki ilgili ve yetkililerin Türkiye'ye has garip bir "Sistem"'e yenik düştüklerine, gerçekleri görmelerine rağmen çaresiz kalarak olayları izlemekten başka bir b<bip>k yapamadıklarına, çünkü o sistemin kendi evlatlarını yiyip yuttuğuna, Türkiye'nin önünün açılmasına engel olanların geçmişine ve geleceğine gönderdiğimiz 'saygılar'ımıza dair konulardı. Bu saygıları da ancak <bip> 'lemelerle buraya aktarabileceğim. Anlamayan olursa da anlayanlardan soruştursun artık, başka da yapacak bir şeyimiz yok.



Uzun lafın kısası, madem ki Türkiye Putin gibi (kodumu oturtan cinsinden) bir lider yaratamıyor (ikinci bir Atatürk'ün çıkacağına dair herhangi bir ümidimiz de yok çünkü) o zaman toplum olarak başa getirdiğimiz bugünkü güdük liderlerimizin ellerinde kendi egolarını tatmin etmeleri için oradan oraya savrulmaya devam edecegiz anasını satayım. İş bukadar basit. Özellikle Celal bey kardeşimizin vardığı sonuç bu, haksız da sayılmaz hani... CumaBric üyeleri içinde kendisini bu konuda deskteleyenler az değil.

Öyle herkes istediğini söylesinmiş, yok efendim demokrasinin gereği ne ise o yapılsınmış, konuşmaktan kimseye zarar gelmezmiş, Atatuk'e küfreden sitelerin bloklanmasi gerekmezmiş, boşu boşuna önemsiz olayı önemli hale getirmekten başka işe yaramazmış, Sayın demekten ne çıkarmış, cartuymuş curtuymuş.... yok deve... Anasının a<biip> ymuş, Celal'e sökmez böyle şeyler, memleketin şartlarını bilmeden atıp tutan bazı ukala köşe yazarları kendi asmalı köşklerinden dışarıya bakıp olur olmadık şekilde her türlü meseleye özgürlükler diye ahkam kesmeleri bu memleketin içine edilmesinde baş rolü oynayan sebeplerden biri... Celal haklı güzel kardeşim... Neden izin verilsin ki Atatürk'e dil uzatılmasına, si<biip>irsin pez<bbiiiip>ler, elbette yapanlara haddini bildirmeye çalışacaksın yahu, bu devlet hiç mi kendini savunma hakkına sahip olmasın... Eğer vatanını ve ülkenin yetiştirdiği değerleri seven bir köşe yazarıysan sitelerin bloklanmasına karşı çıkacağına Atatürk'e küfür edilmesine karşı çık anasını satayım... Fakat o konuda hiç laf etmezler, tek bildikleri "özgürlükler" kısıtlanıyor şamatası yapmak. Birçoğu satılmış casus bu i<bbiiip>lerin.

Neyse, Celal'i rahat bırakalım, gözlerinden ateş fışkırıyor siniri geldigi zaman. Biz devam edelim anlatmaya ve bakalım başka neler yoğurmuşuz CumaBric kazanında bu akşam.

Efendim, konu insanlarımızın Türkiye'yi etkisine alan içsel bir "Girdap Sistem"in dişlileri arasinda yenilip yutulmasi idi ve buna örnek olarak Oktay Sinanoğlu'nu gösterdik. Hakikaten kendileri büyük bir bilim adami ve vatan sever bir Türk. Binaenaleyh, Türkiye hakkinda yazdiklari kitaplari ile Türk'lerin öz güvenlerine kavuşmasına yardım etmekten başka bir fonksiyona sahip değil gibi görünüyorlar. Elini taşın altına koyma zahmetinden uzak, kendi deyimi ile "partiler üstü" bir kişilik olarak kabul edilmek istiyor Sinanoğlu bey. "Ben söyleyeceğimi söylerim, doğruları gosteririm, eh gerisi adam olanlar için yeter de artar bile" yaklaşımında. Üniversitelerde gördüğü bilimsellikle bağdaşmayan calışmalardan illahlah demiş, olayları uzaktan izleyerek "ne haliniz varsa görün" diyen bir Türk milliyetçisi görünümünde. Yani öve öve bitiremediğimiz Türk Ayınstaynı ne yazıkki Türkiye'nin kullanamadığı bir değer olarak televizyonun üstüne serilmiş dantelli örtü gibi oracıkta kendi halinde durup duruyor. Ne kendin dokunursun, ne baskasına dokundurursun evin süslü bir ambalajı olmaktan başka bir işe yaramaz.

Belki de Kemal Derviş'e olan da böyle birşeydi. Yok, kimimize göre Derviş, kendisinin Türkiye'ye atanmasını kendi yararına bir sıçrama tahtası olarak kullanmıştı. Türkiye'den sonra Dünya Bankasındaki görevi bir üst düzeye çıkartılmış ve yetkileri artırılmıştı. Derviş olacakları bıldığınden elini ovuşturuyor, Türkiye'nin halini ise sabahları gittiği tenis kortundan görmeye çalışıyordu. Dolduruşa geldi, İsmail Cem'in partisine girdi ama olaylar beklediği şekilde gelişmeyince 'hadi eyvallah' deyip aldı başını geri gitti. Yani Derviş, kendi evlatlarını yutan Girdap Sistemin varlığını görüp aman uzak durayım en iyisidir diyerek terk-i vatan mi eyledi yoksa kendisine emredilenleri uyguladıktan sonra yapacak başka şeyi kalmadığı için bittiği yerde 'see you later' mı çekti..?

Bu soruların cevaplarını bulmak kolay değil. Olayın kıssadan hissesi şu; büyük umutlar vaadi ile yurt dışından getirilenler nedense hiç bir faydaları dokunmadan ortalıktan yok olmuşlardır. Halka elle dokunur bir hizmetleri olmamıştır.

Sonra, mademki Sinanoğlu ve üniversiteler camiasından bahsediyoruz, konuyu biraz daha değiştirelim dedik. YÖK'ü ele aldik. YÖK'ün Üniversiteleri ilgilendirecek bilimsel ve mali konular üzerine hükümet ile kafa kafaya verip ortak bir çaba sarfetmek yerine aksine durmadan hükümet ile bir 'it dalasi' kavgası içinde olmasına anlam veremedik. YÖK'ün asli görevi üniversitelerde bilimsel calışmalari artırmak ve onların kalitesini iyiye doğru değiştirmek olmalıydı. Fakat YÖK denince akla hep ya türban ya da rektor atamalarinda yaşanan kavgalar geliyordu. Bilimsel çalışmaların hiç mi hiç sözü edilmiyordu.

Sonra bir analiz yapma gayesi ile dedikki, YÖK kendini laikçiler için "düşmemiş kalelerden" biri olarak görüyor ve hükümete karşı direniyor. Belki de o sözünü ettiğimiz "Girdap Sistem'in bir uzantısı kendini bu tür kavgalarda gösteriyordu. Her kişi ya da kurum kendilerinin asli görevlerinin ne olduğunu unutuyordu ve o görevlerini icra etme çabasında olmaktansa politika suyunu bulandırmayı tercih ediyordu. Kim ona nasıl bu görevi vermişti, o da belli değildi. Bu kavgalarda Türkiye'nin neler kaybettiği ve artık bu tür dalaşmalara Türkiye'nin tahammülünün kalmadığını, Türkiye'yi içden içden boğup yatağa düşüren hastalıklardan biri olduğunu tartıştık durduk.

Gerek "Sayın" kelimesinin kullanılması örneğinde olsun, gerekse türbanın üniversitelerde giyilip giyilmemesi örneginde olsun, gereksiz yere bir çok sürtüşmenin kime ne faydası dokunduğu meçhuldü. İlgili ve yetkililer farkındamıydılar ki bu tür konuları birer mesele olarak ortaya dökmenin bir komediden ibaret olduğunu ve Türkiye'ye demokrasi yolunda neler kaybettirdiklerini. Geçen hafta yayınlamıştık "Sibel Hanım" davasını. Bu davadan kim ne kadar haber sahibiydi Türkiye'de? Ne zaman oturulup tartışılmıştı? Avustralya'da TV'lere konu edilen ve bir ucu üst düzey bürokratlarla diğer ucu da amacı dışında türlü çeşit kirli işlerde kullanılan uluslararası derneklerin üyesi askerlere kadar ulaşan ilişkiler ağında kimler ne tür görevler üstlenmişti? Bunlar tartışılmıyor, suni gündemlerle Türkiye hem zaman hem kan kaybediyor.

Bu tartışmalar olurken sesimiz çok yükselmişti, heyacanla sözü birbirimizin ağzından kapıyorduk, araya anti parantezler açıp kapattıktan sonra lafı tekrar lafı ağzından aldıklarımıza veriyorduk, tabii sözün neresinde kaldığımızı hatırlayabilirsek eğer, sözlerimize devam edebiliyorduk, birimizin bir söylediğine, diğerimiz beş katkıda bulunuyorduk, bunu saatlerce aynen devam ettiriyorduk.

Sonra, Avustralya Üniversitelerinden örnekler verdik, Avustralya'da hükümetin bir karar alarak Üniversitelerin bütçelerini yüzde otuzlara yakın oranında kıstığında, Üniversitelerin nasıl olup da sessiz sedasız durumu kabullendiklerini, kendi yağları ile kavrulmak için iş çevreleri ile görüşmelere başladıklarını ve oralardan projeler kaparak üniversiteye para getirmeye çalıştıklarını ve bunu da ellerinden geleni ardlarına koymadan, rahatlıkla ve bilimsel bir yaklaşımla, ortalıkta hiç gürültü koparmadan, boykot yapmadan, sokaklara düşmeden, hükümeti vatan haini falan ilan etmeden, sakin sakin yaptıklarını örnekleri ile sıraladık, bilmeyenlerimizi bilgilendirdik.

YÖK'ün türban olayında ne yapıp ne yapamadığına tam karar veremedik, Boğaziçi Üniversitesinde ortalıkta dolanan kedilerin sayısı kadar türbanlı öğrencilerin olduğuna ve neden sadece bu üniversitede durumun böyle olduğuna tam bir açıklık getiremedik, türbanlıları okula sokup sokmamak polisin işi miydi yoksa rektörün işi mi, yoksa ikisinin de işi değil miydi, zaten türban işiyle YÖK ne demeye ilgileniyordu onu da anlamak zordu. Belki de türbanlılar Demirel'in önerdiği gibi Arabistan'a değil, Boğaziçi Üniversitesine gitmeliydi.

Velhasıl konu Boğaziçi Üniversitesinden açılmışken o üniversitede öğrenci olan veya çalışan bir gurup CumaBriç sitesi okurlarının bizimle bağlantı kurarak üniversitedeki kedi nüfusunun artışından duydukları kaygılarına bizim de ortak olmamızı istemelerine gelmişti sıra.

Gerçekleri dile getirmekden geri kalmayan CumaBriç sitesinin hayranı olan bu kişiler, Boğaziçi Üniversitesinde kedi nüfusunun tahammül sınırlarının dışına taştığını, bazı hayvansever (özellikle kedi sever) öğretim üyesi ya da üniversite çalışanlarının besledikleri kedilerin iyice tosunlaştıklarını, kafeteryalarda, yemekhanelerde, dersanelerde, orada burada, bahçede, sokakda, hele hele yemek masalarının üstünde ve altinda, tuvaletlerde, tavan aralarında dolaştıklarını, hatta bu kedilerin, artık üniversitede hiç görülmeyen envai türden irili ufaklı kuşların kayıplara karışmasındaki ana sebebin belki de ta kendisi olduğuna dair inançlarını dile getirdiler. Ricada bulunarak bu hayati öneme sahip konunun sitemizde dile getirilmesini arzu ettiklerini ifade ettiler. Biz de konuyu meclisimizde uzun uzun tartıştık, konuştuk. Gerekli incelemeleri yaptık ve konunun hakikaten önem taşıdığına karar verdik. Hatta, Boğaziçi Üniversitesi gibi mutena bir İstanbul incisinin nasıl olup da bir kuş cennetine dönüştürülemeyişini, onun yerine, kedilerin cirit attıği bir 'mekan'a dönüstürülmesini anlamakta zorluk çektiğimizi belirttik. Bu acıklı durumu esefle karsıladık, gereğinin yapılması için de konuyu ilgililerin gözü önüne sermeye karar verdik. İste, kedilerin bazılarının resimleri; heryeri onlar işgal etmiş. Bu sayfada gördügünüz kediler, gizli kamera ile Boğaziçi Üniversitesinde bulunan CumaBric hayranları tarafından çekilmiştir. Fotoğraflardan binlercesi bize ulaştırıldı fakat hak verirsiniz ki hepsini burada basmamız imkansız, biz burada sadece bir iki tanesini yayınlamakla kalacağız. İnşallah birgün Boğaziçi Üniversitesinde Kuş sevenler derneği falan kurulur da amblemleri de şu daha aşağıda gördüğünüz gibi sevimli bir kanarya olur ve nihayetinde de Boğaziçi Üniversitesi kedilerin istilasından kurtulur.

Oğrenciden beslenen bir kedi,                       Çalılıklarda kuşları avlamaya çalışan bir tekir kedi
             


Havalandirma deliğinden bakan kedi           
 


 Gelecekten umutlu iki kedi



Hassittir çeken bir kedi      
Öğrenci çantasindan çıkan kedi        






Tuvalette bir kedi    







Yemekhanede gözü aç bir kedi     








Azginliktan kudurmuş 3 kedi

 
Ben masumum diyen bir kedi







Boğaziçi kampüsünde kedilerin sevilmesine sebep olan kedi



                                   



muhtemelen bekcinin kedisi







Bilgi Islemdeki kedi     








Karnini doyurmus bir kedi 







Antrenman yapan 2 kedi

                   

Hadi madem,  kediler hakkında bu kadar laf yeter, sırada Cumhurbaskanlığı var çünkü, elbette takdir edersinizki bu konu şu an Türkiye'nin en önemli konusu ve hır gür çıkaran bir konu. Biz de bu konuyu ele aldık, tartıştık. CumaBric'in genel kanısı şu: Erdoğan büyük ihtimal Cumhurbaskanı olacak. Elinde bu fırsat var ve bizim bildiğimiz Erdoğan bu fırsatı geri tepmez. Haa, bazıları diyor Abdullah Gül başbakanlığa geçerse AKP silinir. Bu yüzden Erdoğan Cumhurbaşkanlığını istemez. Bu konu tam bir sonuca bağlanmadı CumaBric meclisinde. Ben dedimki millet Gül'ü tutar, O basbakan olursa AKP daha çok oy alir... Bazıları da karşı çıktı buna, yok dediler, AKP demek Erdoğan demek, O olmazsa AKP'de yok demektir. Bakalım, zaman gösterecek, kimin haklı çıkacağını.

Velakin, Cumhurbaşkanlığı makamı da pek fazla sorumluluk gerektiren bir makam değil. Yaptığı ve söyledikleri tartışma kabul etmez. Birtek olursa vatan hainliğinden yargılanır ancak o kadar. Yoksa Cumhurbaşkanı her türlü yetkiye sahip ve Erdoğan da bunu kullanmak ister. Sonra Halim dedi ki, bu akıllım CHP biraz kafayı kullansaydı ve Eski genelkurmay başkanı Hilmi Özkök paşayı kendi adayi olarak gösterseydi ne olurdu; N'olcak AKP şapa otururdu. Olay oracıkta kapanır, başka da birşey olmazdı. Ama genel kanımız oyduki CHP iyi bir yönetimin elinde değil, o yüzden seçim bile olsa halk AKP'ye karşı bir alternatif göremediği için yine oyunu AKP'ye verir. O olmazsa, olsa olsa AKP-DYP koalisyonu ortaya çıkar.

Daha sonra Cumhurbaşkanlığı tartışmalarını bırakıp Tarihsel olaylara el attık. Çaldıran seferinde Osmanlı ordusunu oluşturan kuvvetlerin içinde sırp asıllılardan oluşan askeri bir birliğin karşı tarafın ordusunda yer alan türkmenlere karşı kullanıldığını, Bizans'ın içinde para ve ticaret işlerine hakim olan Cenevizli, Venedikli ve Rum asıllı tüccarların Fatih Sultan Mehmet'e İstanbul'un alınışında yardımları olduğunu ve hatta Fatih'in buna karşı bir jest olarak İstanbul'u aldıktan sonra bu tüccarlara hiç dokunmadan onları işlerinde serbest bıraktığını ve yine Fatih'in bu tüccarların işlerini yürüttükleri yer olan Galata ve çevresine el sürülmesini yasakladığını, Osmanlı'nın özünde Türklük gibi bir kavramın olmadığını, Türk'lük kavramını ilk ortaya atan kişinin Ziya Gökalp olduğunu da konuştuk. Daha doğrusu bu konuları çesitli kaynaklardan araştırıp bilenler bilmeyenlerimize bir tarih semineri halinde sunmuş oldu.

Bric oyunlarımız da oldukça eğlenceli geçti. Kimilerimize hiç açar kağıt gelmediğinden sonuçta yenilgileri hezimete dönüştü, kimimiz de fotoğraflarda görüldügü gibi ağzı kulaklarına varmış halde ellerindeki renki açar kağıtların ışıltıları ile yüzleri aydınlanmış olarak ha babam el aldı, zon bağladı. Öylesi bir durumdu işte. Hata yapanlara dersler verildi, neyin neden, nasıl olması gerektiği izah edildi. İnsallah boşuna anlatılmamıştı ve anlatmak için gösterdikleri çabaya değerdi. Öyle, böyle oyunlar oynandı ve bitti, zamanın çoğu dışarıda masa etrafında Boğazıçi üniversitesinin kayıplara karısan kuşları ile tosunlaşmış kedileri üzerine kaygılarımızla geçti. Vatanı kurtardık, Tarihi evirip çevirdik, bilenlerin bilmeyenleri aydınlatması sayesinde bilince erdik. Bugün başlayan Paskalya tatili nedeniyle uzak yerlere gidip tatil yapmak isteyen üyelerimiz büyük bir sohbeti kaçirmış oldular. Saglık olsun, bizde sohbet bol nasıl olsa, gelecek sefere kaldığımız yerden devam ederiz.

FOTOGRAFLAR

Boğaziçi Universitesinde bir Kuş Cenneti oluşturmak isteyenlere CumaBriç'in önerdiği Afiş




















Erden zevkten dört köşe olmuş, iki sanzatu deklare ediyor
















Haksız da değil yani...















Celal yine kontur mu çekiyor ne... Pek bi kendinden emin duruyor...















 Bu masada fırtınadan önceki sessizlik var....
















işte, fırtınanın koptuğu an, Celal trans halinde Putin ile temas kurmaya çalışıyor







"Hayııır efendim... hayır... Ben kesinlikle ona katılmıyorum" diyor Halim...



















"Atatürk'e dil uzatanın sitesi bloklanır agbi.. Bukadar basit"
Çin'den Amarika'ya bunu herkes yapıyor, Biz yapınca mı "özgürlükler" kısıtlanmış oluyor...
Satarım anasını bu işin...

0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.