Boğaziçi Üniversitesi KEDiLERiN iSTiLASINDAN NASIL KURTULUR
Bu akşamki toplantımızda sayımız biraz azdı. Sekiz kişiydik sadece, ama
ikişerli olarak dört takım çıkarmak için ideal bir sayı oldu. Herkes
rahat rahat oyununu oynadı. Oyun ortasında ortaklar arasında oyun devir
ve teslimi yapılmadı yani. Masamız da da yiyecekler az ve öz idi. Zaten
fazlasına gerek yoktu, bu akşamın muhabbetinin bolluğundan kimsenin
yemeklerle uğraşacak hali de yoktu. Zamanın çoğu toplantı masasının
etrafında çay ya da şarap içip sürü sepet konuya el atıp kafa yormakla
geçti.
Neler konuştuk neler, Allaaah... Anlatmakla bitmez... Bunlar genellikle,
Türkiye'de eften püften konuların gündem maddesi yapıldığına, esas
tartışılması gereken konuların ise unutulduğuna ya da sessiz sedasız hiç
lafını bile etmeden geçiştirildiğine, bu durumun da Türkiye'ye kazık
atma çabasında olan iç ve dış mihraklarin ekmeğine yağ sürdüğüne,
Türkiye'deki ilgili ve yetkililerin Türkiye'ye has garip bir "Sistem"'e
yenik düştüklerine, gerçekleri görmelerine rağmen çaresiz kalarak
olayları izlemekten başka bir b<bip>k yapamadıklarına, çünkü o
sistemin kendi evlatlarını yiyip yuttuğuna, Türkiye'nin önünün
açılmasına engel olanların geçmişine ve geleceğine gönderdiğimiz
'saygılar'ımıza dair konulardı. Bu saygıları da ancak <bip>
'lemelerle buraya aktarabileceğim. Anlamayan olursa da anlayanlardan
soruştursun artık, başka da yapacak bir şeyimiz yok.
Uzun lafın
kısası, madem ki Türkiye Putin gibi (kodumu oturtan cinsinden) bir lider
yaratamıyor (ikinci bir Atatürk'ün çıkacağına dair herhangi bir
ümidimiz de yok çünkü) o zaman toplum olarak başa getirdiğimiz bugünkü
güdük liderlerimizin ellerinde kendi egolarını tatmin etmeleri için
oradan oraya savrulmaya devam edecegiz anasını satayım. İş bukadar
basit. Özellikle Celal bey kardeşimizin vardığı sonuç bu, haksız da
sayılmaz hani... CumaBric üyeleri içinde kendisini bu konuda
deskteleyenler az değil.
Öyle herkes istediğini söylesinmiş, yok efendim demokrasinin gereği ne
ise o yapılsınmış, konuşmaktan kimseye zarar gelmezmiş, Atatuk'e
küfreden sitelerin bloklanmasi gerekmezmiş, boşu boşuna önemsiz olayı
önemli hale getirmekten başka işe yaramazmış, Sayın demekten ne
çıkarmış, cartuymuş curtuymuş.... yok deve... Anasının a<biip> ymuş, Celal'e sökmez böyle şeyler, memleketin şartlarını bilmeden atıp
tutan bazı ukala köşe yazarları kendi asmalı köşklerinden dışarıya
bakıp olur olmadık şekilde her türlü meseleye özgürlükler diye ahkam
kesmeleri bu memleketin içine edilmesinde baş rolü oynayan sebeplerden
biri... Celal haklı güzel kardeşim... Neden izin verilsin ki Atatürk'e
dil uzatılmasına, si<biip>irsin pez<bbiiiip>ler, elbette
yapanlara haddini bildirmeye çalışacaksın yahu, bu devlet hiç mi kendini
savunma hakkına sahip olmasın... Eğer vatanını ve ülkenin yetiştirdiği
değerleri seven bir köşe yazarıysan sitelerin bloklanmasına karşı
çıkacağına Atatürk'e küfür edilmesine karşı çık anasını satayım... Fakat
o konuda hiç laf etmezler, tek bildikleri "özgürlükler"
kısıtlanıyor şamatası yapmak. Birçoğu satılmış casus bu
i<bbiiip>lerin.
Neyse, Celal'i rahat bırakalım, gözlerinden ateş fışkırıyor siniri
geldigi zaman. Biz devam edelim anlatmaya ve bakalım başka neler
yoğurmuşuz CumaBric kazanında bu akşam.
Efendim, konu insanlarımızın Türkiye'yi etkisine alan içsel bir "Girdap
Sistem"in dişlileri arasinda yenilip yutulmasi idi ve buna örnek olarak
Oktay Sinanoğlu'nu gösterdik. Hakikaten kendileri büyük bir bilim adami
ve vatan sever bir Türk. Binaenaleyh, Türkiye hakkinda yazdiklari
kitaplari ile Türk'lerin öz güvenlerine kavuşmasına yardım etmekten
başka bir fonksiyona sahip değil gibi görünüyorlar. Elini taşın altına
koyma zahmetinden uzak, kendi deyimi ile "partiler üstü" bir kişilik
olarak kabul edilmek istiyor Sinanoğlu bey. "Ben söyleyeceğimi söylerim,
doğruları gosteririm, eh gerisi adam olanlar için yeter de artar bile"
yaklaşımında. Üniversitelerde gördüğü bilimsellikle bağdaşmayan
calışmalardan illahlah demiş, olayları uzaktan izleyerek "ne haliniz
varsa görün" diyen bir Türk milliyetçisi görünümünde. Yani öve öve
bitiremediğimiz Türk Ayınstaynı ne yazıkki Türkiye'nin kullanamadığı bir
değer olarak televizyonun üstüne serilmiş dantelli örtü gibi oracıkta
kendi halinde durup duruyor. Ne kendin dokunursun, ne baskasına
dokundurursun evin süslü bir ambalajı olmaktan başka bir işe yaramaz.
Belki de Kemal Derviş'e olan da böyle birşeydi. Yok, kimimize göre
Derviş, kendisinin Türkiye'ye atanmasını kendi yararına bir sıçrama
tahtası olarak kullanmıştı. Türkiye'den sonra Dünya Bankasındaki görevi
bir üst düzeye çıkartılmış ve yetkileri artırılmıştı. Derviş olacakları
bıldığınden elini ovuşturuyor, Türkiye'nin halini ise sabahları gittiği
tenis kortundan görmeye çalışıyordu. Dolduruşa geldi, İsmail Cem'in
partisine girdi ama olaylar beklediği şekilde gelişmeyince 'hadi
eyvallah' deyip aldı başını geri gitti. Yani Derviş, kendi evlatlarını
yutan Girdap Sistemin varlığını görüp aman uzak durayım en iyisidir
diyerek terk-i vatan mi eyledi yoksa kendisine emredilenleri
uyguladıktan sonra yapacak başka şeyi kalmadığı için bittiği yerde 'see
you later' mı çekti..?
Bu soruların cevaplarını bulmak kolay değil. Olayın kıssadan hissesi şu;
büyük umutlar vaadi ile yurt dışından getirilenler nedense hiç bir
faydaları dokunmadan ortalıktan yok olmuşlardır. Halka elle dokunur bir
hizmetleri olmamıştır.
Sonra, mademki Sinanoğlu ve üniversiteler camiasından bahsediyoruz,
konuyu biraz daha değiştirelim dedik. YÖK'ü ele aldik. YÖK'ün
Üniversiteleri ilgilendirecek bilimsel ve mali konular üzerine hükümet
ile kafa kafaya verip ortak bir çaba sarfetmek yerine aksine durmadan
hükümet ile bir 'it dalasi' kavgası içinde olmasına anlam veremedik.
YÖK'ün asli görevi üniversitelerde bilimsel calışmalari artırmak ve
onların kalitesini iyiye doğru değiştirmek olmalıydı. Fakat YÖK denince
akla hep ya türban ya da rektor atamalarinda yaşanan kavgalar geliyordu.
Bilimsel çalışmaların hiç mi hiç sözü edilmiyordu.
Sonra bir analiz yapma gayesi ile dedikki, YÖK kendini laikçiler için
"düşmemiş kalelerden" biri olarak görüyor ve hükümete karşı direniyor.
Belki de o sözünü ettiğimiz "Girdap Sistem'in bir uzantısı kendini bu
tür kavgalarda gösteriyordu. Her kişi ya da kurum kendilerinin asli
görevlerinin ne olduğunu unutuyordu ve o görevlerini icra etme çabasında
olmaktansa politika suyunu bulandırmayı tercih ediyordu. Kim ona nasıl
bu görevi vermişti, o da belli değildi. Bu kavgalarda Türkiye'nin neler
kaybettiği ve artık bu tür dalaşmalara Türkiye'nin tahammülünün
kalmadığını, Türkiye'yi içden içden boğup yatağa düşüren hastalıklardan
biri olduğunu tartıştık durduk.
Gerek "Sayın" kelimesinin kullanılması örneğinde olsun, gerekse türbanın
üniversitelerde giyilip giyilmemesi örneginde olsun, gereksiz yere bir
çok sürtüşmenin kime ne faydası dokunduğu meçhuldü. İlgili ve yetkililer
farkındamıydılar ki bu tür konuları birer mesele olarak ortaya dökmenin
bir komediden ibaret olduğunu ve Türkiye'ye demokrasi yolunda neler
kaybettirdiklerini. Geçen hafta yayınlamıştık "Sibel Hanım" davasını.
Bu davadan kim ne kadar haber sahibiydi Türkiye'de? Ne zaman oturulup
tartışılmıştı? Avustralya'da TV'lere konu edilen ve bir ucu üst düzey
bürokratlarla diğer ucu da amacı dışında türlü çeşit kirli işlerde
kullanılan uluslararası derneklerin üyesi askerlere kadar ulaşan
ilişkiler ağında kimler ne tür görevler üstlenmişti? Bunlar
tartışılmıyor, suni gündemlerle Türkiye hem zaman hem kan kaybediyor.
Bu tartışmalar olurken sesimiz çok yükselmişti, heyacanla sözü
birbirimizin ağzından kapıyorduk, araya anti parantezler açıp
kapattıktan sonra lafı tekrar lafı ağzından aldıklarımıza veriyorduk,
tabii sözün neresinde kaldığımızı hatırlayabilirsek eğer, sözlerimize
devam edebiliyorduk, birimizin bir söylediğine, diğerimiz beş katkıda
bulunuyorduk, bunu saatlerce aynen devam ettiriyorduk.
Sonra, Avustralya Üniversitelerinden örnekler verdik, Avustralya'da
hükümetin bir karar alarak Üniversitelerin bütçelerini yüzde otuzlara
yakın oranında kıstığında, Üniversitelerin nasıl olup da sessiz sedasız
durumu kabullendiklerini, kendi yağları ile kavrulmak için iş çevreleri
ile görüşmelere başladıklarını ve oralardan projeler kaparak
üniversiteye para getirmeye çalıştıklarını ve bunu da ellerinden geleni
ardlarına koymadan, rahatlıkla ve bilimsel bir yaklaşımla, ortalıkta hiç
gürültü koparmadan, boykot yapmadan, sokaklara düşmeden, hükümeti vatan
haini falan ilan etmeden, sakin sakin yaptıklarını örnekleri ile
sıraladık, bilmeyenlerimizi bilgilendirdik.
YÖK'ün türban olayında ne yapıp ne yapamadığına tam karar veremedik,
Boğaziçi Üniversitesinde ortalıkta dolanan kedilerin sayısı kadar
türbanlı öğrencilerin olduğuna ve neden sadece bu üniversitede durumun
böyle olduğuna tam bir açıklık getiremedik, türbanlıları okula sokup
sokmamak polisin işi miydi yoksa rektörün işi mi, yoksa ikisinin de işi
değil miydi, zaten türban işiyle YÖK ne demeye ilgileniyordu onu da
anlamak zordu. Belki de türbanlılar Demirel'in önerdiği gibi Arabistan'a
değil, Boğaziçi Üniversitesine gitmeliydi.
Velhasıl konu Boğaziçi Üniversitesinden açılmışken o üniversitede
öğrenci olan veya çalışan bir gurup CumaBriç sitesi okurlarının bizimle
bağlantı kurarak üniversitedeki kedi nüfusunun artışından duydukları
kaygılarına bizim de ortak olmamızı istemelerine gelmişti sıra.
Gerçekleri dile getirmekden geri kalmayan CumaBriç sitesinin hayranı
olan bu kişiler, Boğaziçi Üniversitesinde kedi nüfusunun tahammül
sınırlarının dışına taştığını, bazı hayvansever (özellikle kedi sever)
öğretim üyesi ya da üniversite çalışanlarının besledikleri kedilerin
iyice tosunlaştıklarını, kafeteryalarda, yemekhanelerde, dersanelerde,
orada burada, bahçede, sokakda, hele hele yemek masalarının üstünde ve
altinda, tuvaletlerde, tavan aralarında dolaştıklarını, hatta bu
kedilerin, artık üniversitede hiç görülmeyen envai türden irili ufaklı
kuşların kayıplara karışmasındaki ana sebebin belki de ta kendisi
olduğuna dair inançlarını dile getirdiler. Ricada bulunarak bu hayati
öneme sahip konunun sitemizde dile getirilmesini arzu ettiklerini ifade
ettiler. Biz de konuyu meclisimizde uzun uzun tartıştık, konuştuk.
Gerekli incelemeleri yaptık ve konunun hakikaten önem taşıdığına karar
verdik. Hatta, Boğaziçi Üniversitesi gibi mutena bir İstanbul incisinin
nasıl olup da bir kuş cennetine dönüştürülemeyişini, onun yerine,
kedilerin cirit attıği bir 'mekan'a dönüstürülmesini anlamakta zorluk
çektiğimizi belirttik. Bu acıklı durumu esefle karsıladık, gereğinin
yapılması için de konuyu ilgililerin gözü önüne sermeye karar verdik.
İste, kedilerin bazılarının resimleri; heryeri onlar işgal etmiş. Bu
sayfada gördügünüz kediler, gizli kamera ile Boğaziçi Üniversitesinde
bulunan CumaBric hayranları tarafından çekilmiştir. Fotoğraflardan
binlercesi bize ulaştırıldı fakat hak verirsiniz ki hepsini burada
basmamız imkansız, biz burada sadece bir iki tanesini yayınlamakla
kalacağız. İnşallah birgün Boğaziçi Üniversitesinde Kuş sevenler derneği
falan kurulur da amblemleri de şu daha aşağıda gördüğünüz gibi sevimli
bir kanarya olur ve nihayetinde de Boğaziçi Üniversitesi kedilerin
istilasından kurtulur.
Oğrenciden beslenen bir kedi, Çalılıklarda kuşları avlamaya çalışan bir tekir kedi
Havalandirma deliğinden bakan kedi
Gelecekten umutlu iki kedi
Hassittir çeken bir kedi
Öğrenci çantasindan çıkan kedi
Tuvalette bir kedi
Yemekhanede gözü aç bir kedi
Azginliktan kudurmuş 3 kedi
Ben masumum diyen bir kedi
Boğaziçi kampüsünde kedilerin sevilmesine sebep olan kedi
muhtemelen bekcinin kedisi
Bilgi Islemdeki kedi
Karnini doyurmus bir kedi
Antrenman yapan 2 kedi
Hadi madem, kediler hakkında bu kadar laf yeter, sırada Cumhurbaskanlığı var
çünkü, elbette takdir edersinizki bu konu şu an Türkiye'nin en önemli
konusu ve hır gür çıkaran bir konu. Biz de bu konuyu ele aldık,
tartıştık. CumaBric'in genel kanısı şu: Erdoğan büyük ihtimal
Cumhurbaskanı olacak. Elinde bu fırsat var ve bizim bildiğimiz Erdoğan
bu fırsatı geri tepmez. Haa, bazıları diyor Abdullah Gül başbakanlığa
geçerse AKP silinir. Bu yüzden Erdoğan Cumhurbaşkanlığını istemez. Bu
konu tam bir sonuca bağlanmadı CumaBric meclisinde. Ben dedimki millet
Gül'ü tutar, O basbakan olursa AKP daha çok oy alir... Bazıları da karşı
çıktı buna, yok dediler, AKP demek Erdoğan demek, O olmazsa AKP'de yok
demektir. Bakalım, zaman gösterecek, kimin haklı çıkacağını.
Velakin, Cumhurbaşkanlığı makamı da pek fazla sorumluluk gerektiren bir
makam değil. Yaptığı ve söyledikleri tartışma kabul etmez. Birtek olursa
vatan hainliğinden yargılanır ancak o kadar. Yoksa Cumhurbaşkanı her
türlü yetkiye sahip ve Erdoğan da bunu kullanmak ister. Sonra Halim dedi
ki, bu akıllım CHP biraz kafayı kullansaydı ve Eski genelkurmay başkanı
Hilmi Özkök paşayı kendi adayi olarak gösterseydi ne olurdu; N'olcak
AKP şapa otururdu. Olay oracıkta kapanır, başka da birşey olmazdı. Ama
genel kanımız oyduki CHP iyi bir yönetimin elinde değil, o yüzden seçim
bile olsa halk AKP'ye karşı bir alternatif göremediği için yine oyunu
AKP'ye verir. O olmazsa, olsa olsa AKP-DYP koalisyonu ortaya çıkar.
Daha sonra Cumhurbaşkanlığı tartışmalarını bırakıp Tarihsel olaylara el
attık. Çaldıran seferinde Osmanlı ordusunu oluşturan kuvvetlerin içinde
sırp asıllılardan oluşan askeri bir birliğin karşı tarafın ordusunda yer
alan türkmenlere karşı kullanıldığını, Bizans'ın içinde para ve ticaret
işlerine hakim olan Cenevizli, Venedikli ve Rum asıllı tüccarların
Fatih Sultan Mehmet'e İstanbul'un alınışında yardımları olduğunu ve
hatta Fatih'in buna karşı bir jest olarak İstanbul'u aldıktan sonra bu
tüccarlara hiç dokunmadan onları işlerinde serbest bıraktığını ve yine
Fatih'in bu tüccarların işlerini yürüttükleri yer olan Galata ve
çevresine el sürülmesini yasakladığını, Osmanlı'nın özünde Türklük gibi
bir kavramın olmadığını, Türk'lük kavramını ilk ortaya atan kişinin Ziya
Gökalp olduğunu da konuştuk. Daha doğrusu bu konuları çesitli
kaynaklardan araştırıp bilenler bilmeyenlerimize bir tarih semineri
halinde sunmuş oldu.
Bric oyunlarımız da oldukça eğlenceli geçti. Kimilerimize hiç açar kağıt
gelmediğinden sonuçta yenilgileri hezimete dönüştü, kimimiz de
fotoğraflarda görüldügü gibi ağzı kulaklarına varmış halde ellerindeki
renki açar kağıtların ışıltıları ile yüzleri aydınlanmış olarak ha babam
el aldı, zon bağladı. Öylesi bir durumdu işte. Hata yapanlara dersler
verildi, neyin neden, nasıl olması gerektiği izah edildi. İnsallah
boşuna anlatılmamıştı ve anlatmak için gösterdikleri çabaya değerdi.
Öyle, böyle oyunlar oynandı ve bitti, zamanın çoğu dışarıda masa
etrafında Boğazıçi üniversitesinin kayıplara karısan kuşları ile
tosunlaşmış kedileri üzerine kaygılarımızla geçti. Vatanı kurtardık,
Tarihi evirip çevirdik, bilenlerin bilmeyenleri aydınlatması sayesinde
bilince erdik. Bugün başlayan Paskalya tatili nedeniyle uzak yerlere
gidip tatil yapmak isteyen üyelerimiz büyük bir sohbeti kaçirmış
oldular. Saglık olsun, bizde sohbet bol nasıl olsa, gelecek sefere
kaldığımız yerden devam ederiz.
FOTOGRAFLAR
Boğaziçi Universitesinde bir Kuş Cenneti oluşturmak isteyenlere CumaBriç'in önerdiği Afiş
Erden zevkten dört köşe olmuş, iki sanzatu deklare ediyor
Haksız da değil yani...
Celal yine kontur mu çekiyor ne... Pek bi kendinden emin duruyor...
Bu masada fırtınadan önceki sessizlik var....
işte, fırtınanın koptuğu an, Celal trans halinde Putin ile temas kurmaya çalışıyor
"Hayııır efendim... hayır... Ben kesinlikle ona katılmıyorum" diyor Halim...
"Atatürk'e dil uzatanın sitesi bloklanır agbi.. Bukadar basit"
Çin'den Amarika'ya bunu herkes yapıyor, Biz yapınca mı "özgürlükler" kısıtlanmış oluyor...
Satarım anasını bu işin...
0 comments:
Post a Comment