Home » » 7 EYLÜL 2012 CumaBriç Gecesi

7 EYLÜL 2012 CumaBriç Gecesi



RiSALE-i KEFiR   -   Arabamı Farukgiller konağına doğru sürerken Türkiye’de üst üste yaşanan felaketleri düşünüyordum. öylesine birbiri ardına geldiki ölümler, herbiri tesbih taneleri gibi göz açıp kapayıncaya kadar ortalığa saçıldılar. Kimse inanmak  istemedi duyduklarına, televizyon ekranında gördüklerine. çünkü bu ölümlerin herbiri kafamıza dank ettirdi kendi gözümüzde kendimizi ne kadar büyüttüğümüzü. Halbuki gerçek ortaya çıktı her felaketle birlikte. Aslında kağıttan bir Kaplan olduğumuz görüntüsü çıktı ortaya.  Yediden yetmişe,  her kurum ve kuruluşumuzla  veya sıradan insanlarımızla, hepimiz şahit oluyorduk;  gercekte elle tutulur bir yanımız yoktu. Ne etimiz ne de budumuz vardı. Ortaya koca bir balon uçurulmuş, durup dururken “Yeni Osmanlı” sloganı ile Imparatorluğun eski güç ve kuvvetine sahip olma edebiyatı dilden dile dolaşır olmuştu. 


Bunun nasıl ve hangi şekilde birdenbire ortaya çıktığını sorgulayan olmadı. Herkes bu yalanın peşinden koşmaya başladı.  Buna karşılık ülkeye düşman olanlar yapacağını yaptılar; Gelen dişini gösterdi, giden bir tokat savurdu, uçağımız düştü, bombalar patlatıldı, ama o “Yeniden Güçlü” Osmanlı edebiyatı  baş köşeye kurulmakdan geri kalmadı. Bu yalanın peşine takıldık, ama her köşeyi dönmeye çalıştığımızda bir felaket duvarına toslar olduk. Telef olup, yaralarımızı sarmaya koyulduk. Hesabı kitaba uydurmadan, Osmanlı olmaya soyunduk ama, o güçlü dedigimiz Osmanlı’ya yakışmayan demeçler verir olduk.  Hükümetin bir üyesi  çıkıp askerlerin teröre kurban gitmesini  üç-beş ölüm olayı olarak yorumladı, ya da bir diğeri 25 cesetin ortalığa saçıldığı patlamaların ciddiyetini yok etmek uğruna, bütün Türkiye ile alay edercesine, yaşanan felaketi küçük gördüğü bir müslüman ülkesinde, yani açıkça adını söylediği Pakistan’da olanlara benzetti. 
  
Çapsızlığımızı sergilemeye ufak bir örnek bile yetti. En büyük kurum diye gördügümüz silahlı kuvvetlerin 2008 yılında Beytüşşebap’da yaşanan terörü bugüne kadar kontrol edemediğini yine aynı yerde bugün yaşanan terörün o günlerin tıpatıp aynısı olduğunu okuyup öğrenince anlamaya başladık. Büyük ölçekli de olsa, küçük olçekli de olsa, terör bizi hep yendi. Hem kurumlar olarak hem devlet olarak hem de sivil toplum olarak hepimiz terörün esiri olduk. Terör ise büyüdükçe büyüdü. Biz yenildikçe, sanki yenmişiz gibi ekranlarda göbek atmaya, güle oynaya eğlenmeye devam ettik. Ateş düştüğü yeri yaktı, o kadar.  O ateş hep garibanları vurdu. Diğerleri güle oynaya seyretti, ama nedense hep, bir başka gariban teröre kurban olmak için sırada yerini almaya devam etti. 

Felaketler  birbir ardina dizilip teker teker yüzümüze şamarı daha okkalı bir şekilde indirmeye başladılar. Bu tokatları yedikten sonra uyanacak halimiz var mı? Hiç sanmıyorum.  öylece uzaktan gözlüyorum Türkiye’mi. Olacaklardan, daha büyük felaketlerden korkuyorum. Aklım bulanıyor, herşeye lanet ediyorum. 

Gazete yazılarının altında yeralan okur yorumlarından kaçırıyorum gözlerimi. Bayağılığı, basitliği ve yorumların içine serpiştirilmiş mantıktan yoksunluğu görmek istemiyorum. Yıllar geçtikçe bunun düzelmek yerine artış gösterdiğini, manşetlere konu olan türlü çeşit cinayetlerin, tecavüzlerin, boğaz kesmelerin, diri diri gömmelerin, cesetleri parçalayip poşetlerde saklamanın gerisinde yatan manyaklıkların beynime yansıyan görüntüleri ile ülkemi tanıyamiyorum artık. Için için ağlıyorum.
Neden medeni davranıştan yoksunluğu politikacılar dillerine dolamiyorlar? Neden bir sapık, diğer  insanların gözü önünde arkadaşlık teklifini reddeden zavallı bir kızı oracıkta bıçak darbeleri ile delik deşik edebiliyor?  Madem ki bunlar barış ortamı diye tanımladığımız bir ortamda yapılıyor, savaş halinde olabilecekleri düşunmek bile benim tüylerimi diken diken ediyor. 

Böyle bir toplumun devleti nasıl olur?  Yeni Osmanlı’lık böyle bir şey mi?  Eski Osmanlı’da rüşvet kayırma, adaletsizlik devleti kemırıyordu, bugünün Osmanlı’sında da hileli sınavlar mı bizi düze çıkaracak?

Farukgillere vardığımda bu düşüncelerden arındırmaya çalıştım kendimi. Bir aydir bu toplantılardan uzak kalmıştım, bu aksamki toplantıda dostlarla birarada olmaktan sevinç duyduğum için, içime biraz olsun ferahlık gelsin istedim. Kendimi gecenin akışına bıraktım. 

Benimle aynı vakitlerde gelen arkadaşlarla merhabalaştım ve masanın etrafında mangala yakın bir yerde bir sandalyeye oturdum. şarabımı yudumlamaya başlamıştım ki baktım bizim Tonguç elinde ufak bir kap tutuyordu ve sanki kabın içinde ufak parcalara ayrılmış beyaz peynirden vardı.   

Tonguç kabı Faruk’a uzattı ve başladı anlatmaya:
-Faruk şimdi bu kabın içinde gördüğün beyaz şeyi alacaksın ve güzelce sütün içine atacaksın. Ama yani  bu soğuk süt olsa da farketmez, hatta sütün bulunduğu kap tamamen dolu olmasa daha iyi olur. çünkü bu çoğalıyor ve gittikce büyüyüp genişlediği için, kabından taşıyor. 

-Allah Allah, çok enteresan. Eee,  sonra…?

-Iste,  yarım kilo sütü al ve içine kat ondan sonra da, 24 saat beklet. O çoğalacak ve kabın geri kalan kısmını dolduracak. Oyle bir hale gelecek ki, ne yoğurt olacak ne de ayran ama hafif ekşimsi bir tat alıp bozamsı bir kıvama kavuşacak. 

-Peki sonra n’olacak, bu getirdiğin kabın içindeki nedir?

-Simdi, dinle bak.  Aynen dediğim gibi yap, bunu 24 saat bekletmen lazim ki, iyice tam kıvamını bulsun. Kabı da yarıya kadar doldur, aksi halde kabardığı zaman taşıp ortalığı batırmasın.

-O kadar kabarıyor yani…  Yoğurt gibi mi?…  şimdi ne oluyor bu ayranımsı karışımla Tonguç?

-Onu alıp bir güzel süzgeçten geçiriyorsun ve geriye kalan kısmını da ufak bir kabın içinde muhafaza ediyorsun.  Sonra o kabı da başkasına vereceksin, böylece onlar da yeni bir karışım yapmak icin onu kullanacaklar, işte böyle böyle bu elden ele dolaşacak.  Aslında bu bir bakteri ve maya gibi çoğalıyor ve içinde bulunduğu kapdan kabararak taşıyor. 

-Vay canına, maya gibi birsey bu yani.!?  E peki, topu topu bu kadar mı yani, bir kilo sütten çıkan?
-Bu işte böyle, sütün içinde kalınca değişiyor, ve üreyip, çoğalıyor. Zaman içinde kabarıp, kabına sığmıyor.

-Orayı anladık Tonguç… Peki sonra n’oluyor..?

-O karışımı sen 24 saat beklet bak, sonunda cok güzel oluyor ve sonra süzgeçten geçirip bir güzel yıka onu, böyle temiz olarak yıkanmış olan kısmını da ufak bir kaba koy ve isteyene ver, veya bir kısmını tekrar kullanmak icın buzdolabında sakla. Kendin de istersen yenisini yapmak için onu kullanırsın. 

-Yirmidört saat tutmasak olmaz mı, illa 24 saat mi tutmamız gerekiyor, bu hale getirmek için?

-Valla, ben 24 saat tutuyorum ve tam kıvamını o zaman buluyor, süzgeçten geçirilcek hale geliyor. Sen şimdi bu süzgeçten geçerken süzgeçte kalan miktarı alıp ufak bir kap içinde saklayabilirsin ve o miktar da yeterli, çünkü bu sütün içine katılınca, -hem soğuk süt de olsa olur- bir kabarmaya başlıyorki sorma, bütün kabı doldurup taşırabilir. Bu yüzden arasıra kabarmasını  kontrol etmeniz lazım, aksi taktirde  iyice kabarır ve ortalığa taşar.

-Bir kilo süt yeterli yani öyle mi?

-Bir şişe sütün yarısına kadar dolu olması yeterli, bu çok çabuk kabarıp çoğalıyor. Bakteri bu, buna Kefir diyorlar. 

-şimdi  yani Tonguç, bu böyle sütün içinde kabaracak ve ayran değil ama ayranımsı ve bozaya benzer bir karışım haline gelecek, sonra da bunu süzgecten geçirip, yıkayacağız ve süzgeçte kalan miktarı ufak bir kaba koyup, komşulara dağıtacağız öyle mi?

-Evet, boza gibi birşey işte bu,  Istersen dağıtırsın, istersen tekrar kullanmak üzere kendin buzdolabında bir kabın içinde saklarsın. Ufak bir kap yeterli , çok kullanmana gerek yok, çünkü bu çok hızlı bir şekilde kabarıyor süt ile karışınca. Bu aslında bir bakteri ve sindirim için çok gerekli.

-Yani Tonguç biz bunu şimdi kabın içinde çoğaltıp ve süzgeçten geçirip yıkadıktan sonra süzgeçte kalan kısmını alıp kabın içinde saklayacağız veya komşulara vereceğiz… Hepsi bu mu? 

-Evet, o size kalmış birşey artık… Yeni bir karışım yapmak istiyorsanız, bu süzgeçten geçen kısmı kullanmanız gerekiyor. Işte bu Kefir denen boza kıvamındaki karışımı yapan bakteri bu.

-E Tonguç, çok faydalı birsey dediğin bu Kefir, bu karışım böyle kaptan kaba dolanıp duracak mı, nasıl oluyor da faydalı oluyor bu? Anlamakta zorlanıyoruz…

-Sen onu sütün içinde 24 saat tuttuktan sonra karışımın boza haline gelmesini bekliyorsun ya… işte o kabın içindekini bir güzel süzgecten geçirip de yıkayınca, bu Kefir denen bakterileri elde ediyorsun. Aynen maya gibi mideye ve barsaklara çok iyi geliyor. Bunları birsonraki karışımı yaratmalk için kullanıyorsun. Bu sana verdiğim ufak kabın içindeki de, benim yaptığım karışımdan geriye kalan, o süzgeçte kalan madde ve onun yıkanmış hali.  Kefir cok faydalı birşey, bağırsak sistemine çok yararlı, çünkü bunlar iyi bakteriler... Bağırsaklara çok şifalı gelirler…

-Nasıl yani,  Sadece süte katıp bekleyecegiz, yanlış mı anladık..?!

-Evet, evet , onu  süte katıp, aynen 24 saat boyunca bekleteceksin. Sonra da karışımı süzgeçten geçirince bu bakterileri yeni karışımları yapmak için kullanacaksın. 

- Allah, Allahhh..!  Yani bütün mesele bu mu..?  Habire yeni bir karışım yapıp, süzgeçten mi geçireceğiz..?  

-Yok öyle değil, süzgecin içinde kalan kısmı o..  Onu da ayrıca bir ufak kabın içinde iyice yıkanmış halde tutacaksınız.  

-Kardeşim, şunu açıkla bize, bunun neresi yenir? Neresi içilir..?  Bir türlü anlamadık…!

-Süzgeçten geçirdiğini içeceksin yahu…  Bu karışımın içindeki bakteriyi oluşturan madde,  karışımı süzgecten geçir bir kabın içinde, sonra da bir güzel iç onu.  

-Haaa şöyle yahu…  Nihayet anlamaya başlar olduk…  Tonguç, e şimdi olay anlaşıldı…  yani  bu bozamsı bir hale gelen karışımı süzgeçten geçirip bardak bardak içeceğiz, süzgeçten geçirilerek yıkanmış olan artık maddeyi  de ufak bir kaba koyup, hayır olsun diye konuya komşuya dağıtacagız. Bütün anlatmak istediğin buymuş yani?

-Evet tabii, aynen öyle, ama bak önce al bu kabın icındeki Kefir’i, süte kat ve 24 saat beklet  çok sıcak olmayan bir yerde,  iyice mayalansın, dikkat et kabından da taşıp ortalığı batırmasın.  Ertesi gün, boza haline gelmiş sıvıyı süzgüden geçirip için, süzgünün içinde kalan katı parçaları da, yeni karışımları yapmak için istifleyin. 

Vay anasına, sayın seyirciler!   Tam o sırada baktık ki, saat olmuş sekiz buçuk, hadi artık arkadaşlar deyip, kağıtları çekmeye koyulduk.

Iceride tezgah yine iyice donatılmıştı, üstünde duran şarap şişeleri ve çilekler göz zevkimizi artırmışti. Sonra bir baktık ki Celal elinde bir paketle aramıza katıldı, meğersem o paketin içındeki, taa Almanya’lardan her türlü imkanlarımızı zorlayarak getirttiğimiz kremalı pastaydı.  

Gemilere yükledik,  okyanuslardan aşırtıp pastayı buralara getirttik, ve Allah sizi inandırsın, halka hizmeti tek bir amaç edindiğimizden, kendimiz icın bir şey istiyorduysak namerttik…  

Kutusunu açtık, masaya yaydık, konuştuk, istişare yaptık, güzelim pastaya imrenerek baktık.
Kaç parçaya böleceğimizi  tatlı tatlı karara bağladık, kesilen parçaları da hem yedik, hem oynayanlara dağıttık. 

Oyunlarin ilk sürprizini Ekrem ve Tonguç yaptı, ilk elde 5 sinekte karar kıldı. Kararları herhalde yerindeydi, Tonguç aynen de öylece, oyunu çıkıverdi.  Diğer oyunlar oynanırken de, dışarıda memleket sohbetleri aldı başını gitti, tahminimizce, Oslo müzakerelerini hiçe sayan PKK’ya başbakan Tayyip fena öfkeliydi.  PKK yarattigi terör ile katıksız bir katil örgüt olduğunu ispatladı, Uludere olayı  hükümeti fena köşeye sıkıştırdı.

Gerçi beceriksizlik miydi, yoksa Allah’ın bir laneti miydi bilinmez ama, görünmez bir el, Türkiye’ye fena dokunuverdi, ve arka arkaya gelen felaketler ile günlerimiz geçip gitti. 

Beterin de beteri vardır demişler, aman ha… Bakanın dediği gibi, Pakistan gibi olursak, sonra el bombası değil, atom bombası patlatmak işten bile değil. 

Bu el bombası olayı da gercek bir felaket haberiydi, ve 80 senelik cephanelerin ordumuza kattığı güç de böylece dünyaya sergilendi…  Sehitlerimiz nur içinde yatsınlar, hepsinin ruhları şad olsun, her an şehit olmak korkusu ile askerlik yapanlara da Allah yardımcı olsun. 

Ne diyor aklı erenler:   
PKK, Iran, Suriye, Israil ve bir de onlara yön veren görünmez bir el birlik oldular, Türkiye ile savaşıyorlar…
Anneannemin dediği gibi; O görünmez eli inşallah, tez g
ünde, tez saatde kökünden kessinler… 
 
Bize öyle geliyorki bu “görünmez el” kafalarda yeni  bir “öcü” oluşturacak,
AKP de mazlum rolünü bu kez görünmez ele karşı oynayacak…

Gelecek günler sürprizlerle dolu olabilir, Siya(CIA)’nin başkani neden Türkiye’yi aniden ziyaret etti, hiç belli değildir. Yabancı ajanslar sabah akşam Suriye/Türkiye savaşı  üzerine yorum yaparlarken, bizim kanallarda boy gösteriyor pembe diziler.  

Maalesef böyle iste, Marx’in dediği gibi, “tarihde ne oluyorsa başka türlüsü olamadığı için oluyor” ve böyle bir toplumun da böyle bir devleti oluyor.  

Gece boyunca sohbetlerin biri bitti biri başladı, memleti kurtarmalar hep masa başında yapıldı. Oyunlar bittikten sonra bulaşıkları kimin yıkadığını söylemeyeyim, onu da sizin takdirinize terkedeyim. 

Ha.. Eger Tonguç’un Kefir açılımını merak ettiyseniz, Kefir hakkında gerekli bilgileri bu video’yu seyrederek edinin:  http://www.culturesforhealth.com/milk-kefir
 
Hadi kalın sağlıcakla,

CumaBriç Editörü

Oyun oynamak icin sira bekleyenler memleketi kurtarma seanslarindan geciyorlar













CumaBric atesi asla sonmez, etrafindaki sohbetlere saatler yetmez...















Bin tane naylon torba ayakkabi kutusuna nasil sigar...
Ekrem'den "Zihni Sinir" ayarinda acilimlar...






























 









































Bu sene Cilek bol masallah, kablara sigmiyor...





























Tonguc bu aci biberleri Cilek niyetine yiyor...
 















memlekette Cilek bollugu yasanirken Mehmet'in elinde de puan bollugu vardi














iste Almanya'lardan buyuk fedakarliklarla getirttigimiz Kremali Pasta... 
Buyrun... Buyrun....













Kim yedi oglum bu pastayi hemen kasla goz arasinda..?















Ekrem, yas gunun kutlu olsun... Elliye bes mi var, yoksa elliyi 10 mu geciyor..?














Oglum Celal, aman sinirlerine hakim ol, bak Almanya'dan pasta getirttin,
pastadan ye de, sinirin yatissin...



Aman Tonguc, dikkatli oyna, bunu batirirsan bulasiklari yikamakdan kurtulursun bak..
















0 comments:

Post a Comment

 
Copyright © 2013. CUMA BRIC FORUM - Bu sitede yayinlanan hikayeler kopyalanamaz ve baska bir yerde izinsiz basilamaz.